30 Aralık 2018 Pazar

30 Aralık 2015

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir. 

   Kar tatili onaylandıktan sonra genelde vatandaşlarımız tarafından bizim telefonlarımız aranır konu hakkında bilgi alınırdı. O tarihte de kar tatili verilmesi gündemdeydi.

   Saat 17:00'da devraldığımız nöbette 18:00 suları telefon çaldı, açtım. Telesekreter servisine bir öğrencimiz (tahminim liseli) üç adet mesaj yollamış.

   Birinci mesajı:
- Ya nolur! Yarın tatil olmasın. Çok önemli işim var. Bir öğrenci tatil olmasın der mi? O kadar önemli işim var.

   İkinci mesajı:
- İnanmazsanız mektubu size de yollarım.

   Üçüncü mesajı:
- Birinden hoşlanıyorum. Ona açılacağım. Anca o gün olur bu ya lütfen tatil olmasın.

26 Aralık 2018 Çarşamba

26 Aralık 2016

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.

                                                 

Resim : http://ozzelefekt.blogspot.com adresinden alınmıştır.

   Fırsat buldukça (kitap okumanın dışında) televizyonda bir belgesel kanalı açar, izlerim.

İzlediğim belgeselde işlenen konulara göre;

   İnsan genetiği ile maymun genetiği %98,9 oranında aynıymış. Gözlerimi kapatıp geriye yaslandım. Demek ki; çevremizde yaşanan bunca acı ve haksızlık karşısında üç maymunu oynamamız kalıtımsalmış.

Ayrıca;
   Dünyadaki en zengin 85 kişinin parası, en fakir 350000000 ( yanlış görmediniz ÜÇ YÜZ ELLİ MİLYON ) kişinin parasının toplamından fazlaymış.

   Üç maymunun adı çıkmış görmüyor, duymuyor, konuşmuyor diye...

Oysa öyle çoklar ki;

Okumuyor,
Uyanmıyor,
Düşünmüyor,
Çalışmıyor,
Paylaşmıyor
... gibi.

22 Aralık 2018 Cumartesi

30.11.2018 Cuma sabahı 10:00 – 10:30 suları

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


   Sabah 10:00 ile 10:30 arası cebime gelen bir mesaj sesine uyandım. O gece biraz geç yattığım için mesajın sesi de aslında tam uyandıramadı. Gayrı ihtiyari telefonu elime alıp yarı uyur şekilde acil bir durum olabilir diye tek gözümle okumaya çalıştım. İGDAŞ’tan gelen mesajda “Sn. Melih Kasap ********* nolu sözleşme hesabınıza ait 18.12.2018 son ödeme tarihli 1845.00 TL tutarında fatura tahakkuk edilmiştir. Saygılarımızla” yazıyordu. Faturaymış diye önemsemeyerek, uykulu bir şekilde baktığım için de tutarı 184 lira 50 kuruş gibi gördüğümden, telefonu bırakıp uyumaya devam ettim.

   Uykum sırasında okuduğum mesaj gözümün önüne geldi. Okudukça ekran aydınlanıyordu. Tutar kısmına gelince 1845.00 yazısının 184 lira 50 kuruş olmadığını anlamamla uyanmam bir oldu. Hemen kalkıp mesaja uyanık gözle tekrar baktım, gerçekten 1.845 liraydı. Ne oluyor diye İGDAŞ’ı aramak için telefona sarıldım.

   İGDAŞ müşteri hizmetleriyle yapmış olduğum görüşme sonucu gelen faturanın oturduğum daireye değil de 2 senedir kullanımda olmayan babamların daireye geldiğini öğrendim. İGDAŞ müşteri hizmetlerindeki arkadaş sayaç numaratörünün dönmediği için arıza kaydı ile sayacın değiştirildiğini ve ortalama kullanım bedeli yansıtıldığını söylediğinde, yaklaşık bir ay kadar önce bir sabah nöbet dönüşü yengemle yaptığım telefon görüşmesi aklıma geldi. Yengem “Melih annemlerin doğalgaz sayacını değiştiriyorlar, sen arıza kaydı verdin mi? Arıza kaydı verilmiş, onun için değiştiriyorlarmış” dedi. Bende herhangi bir kayıt vermediğimi sayacı okumaya gelen kişi daire de kalan olmadığı için sayaç dönmediğinden herhalde öyle zannetmiş demiştim. İGDAŞ müşteri hizmetlerinde görüşme yaptığım arkadaşa da bu konuşmadan bahsettim ve dairede kalan olmadığı için sayacın dönmemesinin normal olduğunu, babamların , memlekette de evimiz olduğundan ve iki yıldır da orada kaldıklarından bu adresteki dairenin boş olduğunu söyledim. İGDAŞ’taki arkadaş o zaman en yakın tahakkuk servisine başvurmamı ve yapacağım itirazla ilgi beni oradan bilgilendireceklerini söylemesi üzerine görüşmeyi sonlandırdım.

   3 Aralık Pazartesi günü Pendik İGDAŞ tahakkuk servisi ile görüşmeye gittim. Sayaç değişikliği yapıldığından dolayı benim Kartal İGDAŞ tahakkuk servisine başvurmam gerektiğini söylediler. Aynı gün Kartal İGDAŞ’a gittim. Tahakkuk servisine çıkıp oradaki görevliye durumu anlattığımda, sözleşme numaramı sisteme girerek tarih kontrolü yaptı ve benden karşılaştırma yapmak için, geriye dönük olarak 4 yıllık elektrik ve su kullanım detayları dökümü almamı ve bir dilekçe ile başvurmamı söyledi.

   4 Aralık Salı günü Pendik İSKİ’ye gittim. Görevli arkadaşa durumu anlattığımda geriye dönük olarak 4 yıllık dökümü verdi (su sözleşmesi babamın üstüne olmasına rağmen yardım ettiler). Bu sırada yaptığımız sohbette İGDAŞ’ın yaptığı işlemin yanlış olduğu konusunda hemfikir olduk. Oradan elektrik dökümünü de almak için Kaynarca’da bulunan ENERJİSA’ya gittim. Elektrik sözleşmesi de babamın üstüne olduğundan vekalet olmadan istediğim dökümü almamın mümkün olmadığı, sözleşme sahibinin kendisinin veya vekalet verdiği birisinin olması gerektiği söylendi. Şefleriyle görüşmek istediğimi bildirip bir müddet bekledikten sonra şefleriyle görüştüm. Durumu anlattığımda kendisi de aslında vekaletsiz işlem yapamayacağını (ben 83 yaşındaki babamın köyden bu iş için gelmesinin ne kadar uygun olacağını söyleyip fatura itirazı için döküm istediğimde ısrar ettiğimden) ama işimizin görülmesi için dökümü verdini söyleyerek çıktının altına mühür basıp imzasını attı (adını hatırlayamadığım şefe yardımlarından dolayı teşekkür ederim). Yanından çıkarken de eğer başka bir şey isterlerse direk kendisine gitmemi söyledi.

   6 Aralık Perşembe günü almış olduğum 2014-03 / 2018-12 arası elektrik ve su kullanım detay dökümleri ile (ki her iki dökümde de 2015 Aralık ayından 2018 Aralık başına kadar kullanım olmadığı görülmekteydi) yazmış olduğum dilekçeyi Kartal İGDAŞ’a götürüp tahakkuk servisine teslim ettim. Evrak kayıt altına alınıp cebime takip edebilmem için gerekli bilgileri göndereceklerini ve sonucunda yine bana iletileceğini söylediler.

   Yazmış olduğum dilekçede aşağıdaki hususlara da dikkat çekme ihtiyacı hissettim.

    1-Sayaç okuma görevinde bulunan arkadaşların, numaratörün dönmemesi üzerine arıza veya kaçak kullanım yakaladıklarını düşündürten zeka pırıltılarını zile basıp dairede oturan var mı diye de kullanmalarını toplum adına istemekteyim.

     2-Sökülen sayacın kontrolü bile yapılmadan aboneye ortalama tüketim faturası çıkartılması kullanım yoksa sen ispatla manasında algılanmaktadır ki aynı mantıkla bakıldığında aboneye de kullanım varsa siz ispatlayın deme hakkı doğar.
   
    3-Kıyaslama yapmak için elektrik ve su faturası da istenmesi her aboneye uygun olmamaktadır. Mesela bizim durumu örnek alırsak; bahçedeki çiçeklerin sulanması, bina dış cephe mantolaması, bahçe duvarına çit montajı ve duvarı sağlamlaştırmak için beton atılması sırasında elektrik ve su kullanımı, bir komşunun kundaklanan aracının söndürülmesine yardım için su kullanımı bahse konu adresten yapılmıştır ki; bu kullanımlar doğalgaz kullanıldığı manasına da gelmemektedir. Faturalar karşılaştırırken doğalgaz kullanılmış anlamına gelip gelmeyeceği de muallakta kalmaktadır.

      4-Bu arada yapılan işlemde de eksiklik vardır. Şöyle ki; sayaç okunduğunda dönmediği görüldüğünde evde oturan olup olmadığı 2-3 kez kontrol edilmeli, gerekirse sayaç sökülüp yenisi takılmalı ve sökülen sayaç kontrole götürülmeli, arıza tespit edilirse yeni takılan sayaçtan okunan değer göz önüne alınarak ortalama tüketim faturası çıkartılmalıdır. Bizim faturalandırmanın bu şekilde yapılıp yapılmadığının takdirini sizlere bırakıyorum.

      15 Aralık Cumartesi günü cep telefonumdan arayan Kartal İGDAŞ tahakkuk servisi yetkilisi kullanımda olmayan daireye kesilmiş olan faturanın (1845.00 TL) iptal edildiği bilgisini verdi.

31 Ekim 2018 Çarşamba

24.11.2010 Maltepe sahilinde batan bir gemi sonrası…

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


  28 Kasım Pazar günü sabah nöbeti devralıp ertesi sabah devrettik. Nöbeti devralan arkadaş, yarım yamalak geçen nöbetimizde bir sorun olduğunu belirtti. Şaka yaptığını düşünüp üstünde durmadık ve eve gittik. Bir sonraki nöbetimizi devralmak için akşam 16:30 sularında işe geldiğimizde (1 Aralık Çarşamba) aynı konu açıldı. Arkadaşın anlattığına göre; bizim 25 Kasımdaki nöbetimizde Maltepe sahilde bir gemi batmış ve biz bunu sabah raporunda belirtmemişiz. O zamanki müdür beye valilik tarafından sorulmuş, sorun olmuş. Müdür bey gelmiş sinirli olduğu için karşısına kim gelse kızmış bağırmış vs. Arkadaşın “sizin yüzünüzden bir sürü insan azar işitti” demesi üzerine, nöbet arkadaşımla birlikte müdür beyin yanına gidip özür dilemeye karar verdik.

   O tarihteki nöbet yerimiz, şimdi valilik bilgi işlem olan yerdeydi ve yan taraftaki ana binamız yeni yapılmıştı (şimdiki Acil Durum Yönetim Merkezi). Kapıdan çıkıp o tarafa doğru gidiyorduk ki müdür beyi yeni binanın kapısında gördük. Yanına yaklaşıp kapının önünde konuşmaya başladık. Müdürüm geçen bir olay olmuş, biz kaçırmışız ve bizim yüzümüzden zor durumda kalmışsınız ve arkadaşlara kızmışsınız, özür dileriz diyerek olaydan dolayı üzüntü duyduğumuzu belirttik. Kendisi babacan bir tavırla bize sorun olmadığını işimize dönmemizi söyledi.

   Müdürün yanından ayrılıp nöbet yerimize giderken, arkadaşla olayı sorgulamaya başladık. Hadi telsizi duymadık (ki gemi batıyor sonuçta. Boğaz Trafiğin, Kıyı Emniyetin, Sahil Güvenliğin ve İtfaiyenin telsiz cayırtısından durulmazdı) hiçbir kurumdan tek telefonda mı gelmez ya. Bunda bir iş var dedik. Nöbet yerimize geldiğimizde gündüz personeli servislere binmek için çoktan gitmişti. Masama geçip internetten olayı araştırdım ve yaşadığım sinir ve şok yüzünden hayretler içinde arkadaşın yüzüne birkaç dakika tek kelime etmeden baka kaldım. Karşımdaki görüntüde geminin gündüz battığı belirtiliyordu.

   Sinirlenip şok yaşamamın sebebi; aslında geminin gündüz batması değil de bir gün önce gündüz batmasıydı. 24 Kasımda gündüz batan gemiyi 25 Kasım gece nöbetçilerine (o zamanlar nöbetlere üç günde bir geliyorduk 22-25-28… gibi) sizin nöbette batmış denmesi resmen şok geçirtti. Nöbet arkadaşım durumu görünce çok sinirlendi ve bir sonraki nöbette bunu sorarım dedi. Ben, daha çok kendime kızdım. Çünkü; nöbetimizde hadi biz duymadık ya da kaçırdık diyelim, ne telsiz anonsu gelmiş ne de telefon gelmiş. Üstelik her sabah kurumları arayıp olumsuz bir durum var mı diye soruyoruz ki o günde sorduk. Olumsuz bir olay yaşanmamış, raporumuzu o şekilde yazmışız. Sonra biri çıkmış sizin nöbetinizde olmuş dedi diye hiç araştırmadan üstlenmişiz. Gel de kızma. Neyse…

   Sonraki nöbette arkadaş, bize nöbetinizde gemi batmış diyen arkadaşla tartışmaya başladı. Biz nasıl üstlendik, gittik özür diledik. Sizde korkmayın, başkasının üstüne atmayın gibisinden konuştu. Karşılıklı atışmalar esnasında sesleri biraz fazla yükseldiğinden, tartışmayı dışarıda olan müdür bey duymuş. Camın önüne gelerek “ben size bir şey dedim mi oğlum, kimin ne olduğunu, ne yaptığını ben gayet iyi biliyorum. Olayı uzatıp, büyütüp benim sinirimi hoplatmayın. İstemediğim şeyler yaptırmayın bana” diyerek bizi uyardı.

   Bu olaydan sonra bir daha bu şekil bir sorun yaşanmadı.

21 Ekim 2018 Pazar

2012 senesi Nisan ayının bir Cumartesi günü

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


   O sene ortaokula giden çocuğumun İngilizce dersine destek olması için, hafta sonları özel ders aldırıyordum.

   Cumartesi günü ders için evden çıkıp Pendik’e gittik. Oğlum ders verecek kişinin evine giderken bende kendisini kuşlu parkta (Tren istasyonunun hemen altında) kitap okuyarak bekleyeceğimi söyleyerek çıkınca yanıma gel dedim.

   Parka varıp boş bir banka oturup kitabımı okumaya başladım. 2 ya da 3 sayfa okumuştum ki yanıma 9 – 10 yaşlarında bir erkek çocuğu yaklaştı.

-Abi sana bir şey söyleyebilir miyim? Dedi.

   Okuduğum sayfayı kaybetmemek için kitap ayracını koyup kitabı kapatırken “söyle bakalım” dedim.

-Abi sabahtan beri bir şey yemedim, yanımda para da yok. Bana yiyecek bir şey alır mısın?

   O bunları söylerken bende onu süzdüm. Temiz giyimli konuşması düzgün bir çocuktu. Sesinde utangaç bir tını vardı ki benden başkası da duymasın diye kısık sesle konuşmuştu. O yüzden sorgulamadan benimle gelmesini söyleyerek hemen yakınımızdaki büfeye gittim.

-Ekmek arası döner söylüyorum dedim.

-Çeyrek yeter abi dedi. (Yarım aldım)

-Yanına içecek ne istiyorsun dedim.

-İstemiyorum dedi. (Sen kola al ben kasada ödüyorum dedim, hatta kolayı istediğinde çalışan arkadaş bana baktı, ver ödüyorum dedim)

   Büfeden çıkıp tekrar parkta oturduğum banka gelip kaldığım yerden kitabımı okumaya devam ettim. Bu arada çocukta yakınımdaki bir bankta ekmeğini yedikten sonra yanıma gelip teşekkür ederek gitti.

   Çocuk gittikten bir müddet sonra yanıma sarıklı, sakallı ve cübbeli genç biri gelip oturdu. “Mübarek” sen iyi birine benziyorsun dedi. Kaynarca’da bir caminin çağ ocağında ve yatılı Kuran kursunda çalıştığını anlattı. İstediğim zaman onu ziyarete gidebileceğimi, sohbet ve toplantılara katılabileceğimi söyleyerek beni davet etti. Cevap vermeden kitap okumaya çalıştığımı belirterek sohbeti kesmek istedim. O ise sohbeti devam ettirme niyetindeydi. Konuşmaya devam edip kendince dini bilgiler verip çeşitli sorular soruyordu. Bir taraftan kitap okurken diğer yandan rahatsız olduğumu da belli ederek sorularına geç cevap veriyordum. Bir yandan da düşünmeye başlamıştım. Acaba kalkıp gitmeli miydim yoksa bağırıp kovmalı mıydım? Anlattığı dini olaylar sonrasında sorduğu sorulara verdiğim cevaplar hoşuna gitmiş olmalı ki; aslında benim kurtulmama yarayacak soruyu sordu.

-Biz Mahmutusta’ya bağlıyız. Sen kime bağlısın?

 Aslında beklemediğim bir soru olmasına rağmen, gelen bu ortaya voleyi çakıp topu doksana takarak bu sohbetten kurtulabileceğimi anladım. Elimi omzuna koyup gözlerinin içine bakarak dedim ki:

-Arkadaşım ben aracı kullanmıyorum, direk Allah'a bağlıyım.

 Bu cevaptan sonra; göz bebekleri büyüdü, suratının şekli değişti ve peki, iyi günler diyerek yanımdan kalkıp gitti. Tabi bende de kitap okuyacak hal kalmadığı için kitabı kapatıp çocuğun gelmesini bekledim. Oğlum gelince de az dolaşıp yemek yedikten sonra eve döndük.

14 Ekim 2018 Pazar

26 Aralık 2017 (Tuzla’da ki koku olayı)

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.



   26 Aralık günü akşam saatlerine doğru Acil Durum Yönetim Merkezimize düşen Tuzla ilçesi İstasyon mahallesinde yoğun olmak üzere Yayla, Evliya Çelebi ve Postane Mahallelerinde bir koku ihbarı sonrasında, olay yerine AFAD ekipleri yönlendirilerek ve gerekli görüşmeler yapılarak ilgili kurumlar arası koordinasyon sağlanmıştır.

   Benim anlatmak istediğim anım; tüm bu görüşmeler arasında olay yerinden bizi arayan ve çocuğunun astım rahatsızlığı nedeniyle kokudan çok etkilendiğini söyleyen bir vatandaşımızla yaptığımız görüşme sonrası yaşananlarla ilgili.

   O gün mesai saati sonrası nöbet tutan ekipte iki kişiydik. Koku ihbarı gelmesiyle birlikte yoğun bir telefon trafiği yaşıyorduk ve vatandaşımız bizi aradığında telefonunu diğer arkadaşım cevapladı. Vatandaşımız çocuğunun rahatsızlığını anlatıp koku olayından çok etkilendiğini belirtmesi üzerine arkadaşım, sağlık konusunda uzman olmadığını belirttikten sonra başka bir ilçede tanıdıkları veya akrabaları olup olmadığını sordu. Olumlu cevap alması üzerine, çocuğunuzun durumunu en iyi siz bilirsiniz, madem ki kokudan o kadar çok etkileniyor “ben olsaydım” en azından koku geçene kadar onların yanına giderdim cevabını verip görüşmeyi sonlandırdı. Buraya kadar her şey normal, hepimizin çocuğu var sonuçta.

   Yaklaşık yarım saat sonra (hala yoğun bir telefon trafiği arasında) çalan bir telefonu cevapladım. Arayan arkadaş polis memuru olduğunu, ekiplerde görevli olduğunu ve koku olayıyla ilgili olarak olay yerinde olduğunu söyledikten sonra bir site önünde gördüklerini bize anlattı. Söylediğine göre bazı vatandaşların ilçeyi boşaltmamız gerekiyormuş dediklerini, bunu nereden duydunuz dediğinde ise bir kişinin İstanbul AFAD’ı aradığını oradan böyle dediklerini söylediklerini belirterek doğru olup olmadığını sordu. Kendisine iki kişi olduğumuzu ve ikimizin de böyle bir bilgi paylaşmadığımızı, üstelik bu tip bir bilgi paylaşımının da bizim yetkimizde olmadığını belirterek oradaki yanlış bilginin, bilgi kirliliğinden kaynaklandığını sandığımı söyledim. Vatandaşlara gerekli bilgilendirmeyi yaparak resmi makamların açıklamalarını dikkate almalarını söyleyin diyerek görüşmeyi sonlandırdım.

   Aradan 15-20 dakika geçmişti ki Tuzla İlçe Emniyet Müdürlüğünden bir polis arkadaş arayarak ortalıkta Tuzla’nın boşaltılması gibi bir bilgi dolaşıyor ama ben hiçbir resmi açıklama bulamadım, bu işin aslı astarı nedir diye sordu. Kendisine bunun bir söylenti olduğunu bu yönde hiçbir resmi açıklama olmadığını söyleyerek ve az önce bir ekiple yapmış olduğum konuşmayı da özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım.

   Koku olayı sonlanıp görüşme trafiği azaldığında konu üstünde düşününce; söylentinin yayılmasının iki ihtimali olduğunu, ya bizimle görüşen vatandaşın, etrafına durumu bildirdiğinde yanlış anlaşılarak paniklediklerini ya da durumdan istifade etmek isteyen kötü niyetli kişilerin bu çeşit bir söylenti çıkardıklarını varsaydım (99 Marmara depreminden sonraki günlerde, deprem olacak söylentisi çıkartılarak bazı bölgelerde hırsızlık yapıldığına dair haberleri hatırladım).

   Yetkililerin zamanında bilgilendirme yapmasının önemini bir kez daha vurgulayan bu olayı da notlarımın arasına aldım.

6 Eylül 2018 Perşembe

2016 yılının Ağustos ayında bir nöbet günü.

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


    Akşam 18:00 sularında bir vatandaşımız aradı. Eniştesinin sabah saatlerinde Ömerli Barajı mevkiine gittiğini ve kendisinden bir daha haber alamadıklarını, akrabaları ve jandarma vasıtasıyla arama yaptıklarını belirterek bizden arama faaliyetine destek talebinde bulundu. Üzerinden 24 saat geçmeden jandarmanın arama faaliyeti başlatması bana şüpheli geldiğinden, kayıp şahsın bir rahatsızlığı (Alzheimer, sara, psikolojik vb.) olup olmadığını sordum. Herhangi bir rahatsızlığı olmadığını söyleyince arama faaliyetine katılan jandarma ekibinden ekip liderinin bizi aramasını ve destek isteğinin resmi olarak iletilmesini söyledim.

   Yaklaşık yarım saat sonra bölgeden jandarma başçavuş olduğunu söyleyen arkadaş yönetim merkezimizi aradığında, olayın hiç de ilk anlatılan gibi olmadığı ortaya çıktı.

   Olayın aslında bir gün önce olduğu, kayıp olarak bildirilen şahısla birlikte bir akrabasının da baraj mevkiine gittiği, gece geç saatlerde geriye tek kişinin döndüğü, geri gelen akrabanın sabah eşyalarını toplayıp giderken eşine “eniştemi Ömerli Barajının oralarda öldürüp attım” dediği ve cep telefonunu evde bırakarak kaçtığı bilgilerini veren jandarma yetkilisi bizden arama için köpekli arama ekibi de olmak üzere destek talebinde bulundu.

   Kendisine, olayın adli vaka olmasından dolayı olay yerinde olay yeri inceleme ekibinin olup olmadığını sordum. Olumlu yanıtını aldıktan sonra öncelikle bizim arama köpeklerimizin canlı arama üzerine eğitimli olduğunu, kadavra köpeğinin jandarmada olup olmadığını tam olarak bilmemekle birlikte emniyette olduğunu ve bu ekiplerle de irtibata geçmesinin gerektiğini, her ihtimali göz önünde bulundurup bizim de destek ekibinin içinde canlı arama köpekli ekibi de yönlendireceğimizi belirttim. Bu arada kayıp şahsın yanında cep telefonu var mıymış diye sordum. “Öğrendiğimiz kadarıyla varmış” cevabını aldım. O zaman sen de biliyorsun ki Ömerli Barajı ve çevresi çok geniş bir alan. Bizim elimizde yok, jandarmada var mı bilmiyorum ama bildiğim kadarıyla emniyette sinyalden yer tespiti yapan sistem var. En azından arama yapılacak alanı daraltmak için (şahıs yaralı ise daha hızlı ulaşmak adına) emniyetle görüşülüp bu konu da desteklerini istemek daha yararlı olur dedim.

   Tüm bu görüşmelerden sonra, ben üstlerimle görüşüp bu konuların hepsini ileteceğim. Duruma göre tekrar görüşüp desteğinizi isteriz dedi. Kendisine kurum olarak gereken desteği vereceğimizi belirterek görüşmeyi sonlandırdım. Nöbetimizi devrettiğimizde ise konu ile alakalı tekrar bir geri dönüş olmamıştı.

2 Eylül 2018 Pazar

2007 yılı yaz aylarında bir hafta sonu nöbetinde...

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


Cumartesi sabah saat 09:30’da devraldığımız nöbetimizi, Pazar günü saat 09:30’da devredecektik. Saat 09:00 sularında nöbeti devralacak arkadaşlarında gelmeye başladığı sıralar, merkezimize gelen bir telefonu yanıtladım. Telefondaki vatandaşımız Ortaköy’de restoran sahibi olduğunu ve sabahtan beri elektriklerinin kesik olduğunu söyledi.

-   - Burası Afet Yönetim Merkezi beyefendi. Elektrik idaresini aradınız mı? Belki bölgesel bir arıza veya hatlarda bakım vardır.

-    -  Aramadım, zaten arayınca da ulaşamıyorsun. Beklemeye alıyorlar, açmıyorlar. Bizim buralarda sık sık kesintiler olmaya başladı. Şikayet ediyoruz çözümde olmuyor.

    - Şikayetinizi imza toplayarak bir dilekçe ile hem ilgili idareye hem de valiliğe bildirin. Ayrıca elektrik idaresini aramadığınızı söylediniz aramadan açmayacaklarını nereden biliyorsunuz?

   Bu sorumdan sonra vatandaşımızın ses tonu, konuşma şekli ve üslubu çirkinleşti. Yok efendim sorununu arz etmişmiş, bu durumda onun için bir afetmiş ve devlet olarak hiç yardımcı olmuyormuşuz, vergisinde gecikme olduğu zaman kapısına dayanmasını biliyor muşuz gibi şeyler, hakaretler ve küfürler.

   Sert bir şekilde konuşmasının arasına girdim. Aradığı yerin Afet Yönetim Merkezi olduğunu, geciken vergi için kapıya dayanan kişinin ben olmadığımı, elektrik kesintisi için Bedaş’ı araması gerektiğini, elektrik şalterinin benim yanımda olmadığını, bağırıp çağıracağı küfür ve hakaret edeceği kişinin bu kurumda olmadığını belirterek söylediklerini kendisine aynen iade ettiğimi söyledim. Konuşmam sırasında da kendisine gerekli yardımı da yaptığımı belirttim.

Vatandaş:
-          Vali Muammer bey benim arkadaşım dedi. Şimdi cepten arayıp durumu anlatıp, seni de şikayet edeceğim.

Tepem attı:
-          "Adım Melih, soyadım Kasap, sicil numaram da bu ............. git kime şikayet edeceksen et. Kimseden korkmadığım gibi hesap veremeyeceğim durumda yok" diyerek telefonu kapattım.

1996 - 1997 yılları

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


    1996-1997 yılları, Çayırova’da bulunan Arçelik çamaşır makinesi fabrikasında çalıştığım sıralar…

   Fabrikada hatlar takımında çalışmaktayım. Hatlar takımı da nedir? Dediğinizi duyar gibiyim. Çamaşır makinesinin çelik kazanlarının yapıldığı hat (şuan hemen hemen hepsi plastik kazanlıdır) kazan hattı, iç tamburunun yapıldığı hat (bizim kapağı açıp içine çamaşır koyduğumuz yer) tambur hattı, gövdesinin yapıldığı hatta ise gövde hattı denir ve bunların hepsi imalattaki hatlar takımıdır. Bir de montaj hattı var tabi… Kazan hattında, tambur hattında, gövde hattında da çalıştım. 3-4 ay kadar montaj hattında bile çalışmışlığım vardır.

   Bu fabrikadan tambur hattında çalıştığım zamanlardan iki anımı aktaracağım. Birincisi, dikkatsizliğim sonucu (dikkatsizliğim sağ elime koruyucu eldiven giymememdi) geçirdiğim küçük bir kaza ile ilgili. Küçük dediğime bakmayın, sağ elimin üst tarafında baş parmağımın dibine galvaniz sacın girip çıkmasıyla, neredeyse damarları kopartacak şekilde geçirdiğim bir kaza.

   Tambur hattına rulo halinde yüklenen sac biterken, onu gören sensörün önüne yığılması sonucu hata vermişti. Hatayı düzeltmek için gittiğimde sensörün önünde yığılmış olan sacın hafifçe katlandığını gördüm. Sağ elimde eldiven olmadığından sol elimle sacı düzeltmeye çalışırken sacın avına saldıran bir yılan gibi ileri fırlamasıyla sağ elime vurması bir oldu. Sacın köşesinin sağ el baş parmak dibine girip çıktığını çıkan kanlardan anladım. Fabrika doktoruna gittim. Ambulans ile hastaneye sevk oldum ve kesiğe dikiş atıldı. 15 günlük kaza raporu alındı, parası sonradan SSK’dan alındı falan filan. Buraya kadar her şey normal prosedür. Bana anormal gelen ise; iş güvenliği uzmanı ile geçirdiğim kaza hakkında daha sonra yaptığım görüşmeydi. Kazayı geçirdiğim yerde kazanın nasıl olduğunu anlattığımda “öyle kaza mı olur?” Diye kendince çıkışınca, uzmana “kazanın nasıl olacağını bilsem geçirmezdim zaten” diye cevap verip baş parmağımı göstermiştim.

   İkinci anıma gelince, yine tambur hattındayım. Gece vardiyasına başladığımızdan bir müddet sonra çıkan tamburların üst birleşim yerinde pres ısırmasına benzer bir çapak belirdi ki bu da tamburun hurdaya çıkması demek. İlk başlarda her 9-10 adet tamburda bir hurda çıkarken 3-4 adette bire düşünce üretimi durdurduk. Vardiya da hatlar takımı üretiminden sorumlu mühendisi çağırdık. Bakımcılar geldi. Biz, bakımcılar ve mühendis olmak üzere sorunun neden kaynaklandığını arıyoruz. Kalıp sökülüp kontrol edildi, sensörlere bakıldı, hidrolik ayarına hatta yağın kalitesine dahi bakıldı, kullanılan pimin, sacın kalitesi bile kontrol edildi. Ancak sorun kısa zamanda tespit edilemedi. Üretimi uzun süre durdurmak demek de çamaşır makinesi üretim kaybı olacağından mühendis tarafından “montaj bandının durmaması için” üretime devam etmemiz söylendi. Devam ettiğimiz üretim sonunda yaklaşık 400 adet hurda ile bitirdik ki bu belki de Arçelik tarihinde hurda rekorudur. Gündüz sorunun kaynağı bulunup çözüldükten sonra üretim sorunsuz devam etmiş.

   Gündüz vardiyasına döndüğümüz hafta hatlar takım lideri olan mühendis, üretim ve kalite müdürleri ile yanlarında birkaç kişi daha olmak üzere yanımıza gelip gece vardiyasında o kadar çok hurdanın nasıl çıktığını araştırmak için çeşitli sorular sordular. Soruları soruş şekilleri ile ses tonlarından hurdaları bize geçirmeye çalıştıklarını anlayınca, üretimi uzun süre durdurmanın üretim kaybı olacağının vardiyadan sorumlu mühendis tarafından belirtildiğini ve hurdanın çok çıkacağı uyarımıza rağmen “montaj bandının durmaması için” üretime devam etmemizin söylendiğini belirttim.

   Bu olaydan 4-5 ay sonra ekonomik kriz bahanesi ile işten atıldım.

1 Eylül 2018 Cumartesi

2014 Yılı Yaz Ayları

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.

2014 yılı yaz aylarından bir gece saat 01.00 suları…


   Afet Acil Durum Yönetim Merkezini arayan ve kendisinin polis memuru olduğunu söyleyen arkadaş özetle: Maltepe Başıbüyük ormanlık alan içinde yaralanmalı kaza olduğu, olay yerinde emniyet ekibi olduğu, sağlık ekibinin müdahale etmek için geldiğini fakat arazi şartları yüzünden ambulansın kaza bölgesine çıkamadığını belirterek 112 personelinin kaza mahalline çıkartılması ve kazazedelerin ambulansa taşınması için bizden arazi araçlı bir ekip talep ettiklerini söyledi.
   Memur arkadaşa bizden istediği ekibin Atatürk Havalimanı yanındaki Birlik Müdürlüğünden geleceğini, olay yerine varmasının 1 saatten fazla süreceği için yaralıların durumunun kötüleşmesinin söz konusu olabileceğini belirttikten sonra, Orman ekiplerinin araçları kaza bölgesine çıkamaz mı? diye sordum. Çıkar cevabını aldıktan sonra kendisinin iletişim bilgisini Orman ekiplerine vereceğimi ve kendisini aradıklarında kaza mahalli hakkında yardımcı olmasını isteyerek konuşmayı sonlandırdım.
   Orman Komutayı aradım olayı özetleyerek kaza bölgesine yakın ekiplerin yardımcı olmalarını isteyerek Polis arkadaşın iletişim bilgilerini verdim. Takriben 20 - 25 dk. kadar sonra Orman komuta arayarak ekibinin olay yerine giderek gerekli yardımı yaptığını ve kazazedeleri 112 ambulansa teslim ettiklerini bildirdi.
   Bu olayda kaza mahallindeki memur arkadaş direk orman ekiplerinden yardım isteseydi müdahale daha çabuk olurdu. Bizi araması bizim ormanı aramamız en az 10 dk. kayıp zamandır ki saniyelerin önemli olabileceği durumlarda kaybedilen fazla zamandır.

27 Ağustos 2018 Pazartesi

15 Mayıs 2018

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.

15.05.2018 saat 21:00 suları...

 Kadıköy Belediyesi çağrı merkezinden Afet Acil Durum Yönetimi Merkezimizi aradılar. Arayan arkadaş Fenerbahçe Mahallesi 18 Mart sokak ve çevresindeki 3 – 4 sokaktan, vatandaşların çağrı merkezlerini yoğun olarak aradıklarını, belirtilen mahalde yoğun bir koku olduğunu ve arayanların büyük çoğunluğunun bu kokuyu asit kokusu olarak belirtmekle beraber gaz kokusu olarak niteleyenlerinde olduğunu söyleyerek bizden olayın araştırılması için ekip talebinde bulundu.

   Çağrı merkezi personeli olan arkadaşa olay yerinde belediyeden bir ekip olup olmadığını sordum. Bir zabıta ekibinin adresleri gezdiğini belirterek telefon numarasını verdi. Kanalizasyon veya doğalgaz hattında bakım veya kaçak ihtimaline karşı İSKİ, İGDAŞ ve İtfaiye ile görüşüp görüşmediklerini sordum. Bu kurumlarla görüşülmediği (nedense son zamanlardaki birçok olayda, ilk müdahale ekiplerini aramadan direk bizi aramaya başladılar.) bilgisini veren arkadaşa daha sonra olabilecek bu gibi durumlarda ilk önce bu kurumları aramasının daha doğru olacağını belirterek kokunun deniz tarafından esen rüzgâr nedeniyle rögarlardan gelmiş olabileceğini veya o çevrede bulunan bir işletmenin kanalizasyona bir madde karıştırmış olabileceğini (Tuzla'da görmüştük) belirttim. Belirtilen adres ve çevresinde herhangi bir işletmenin bulunmadığı cevabını verince bu şık elenmiş oldu.

   Olay yerini gezen Zabıta Memuru arkadaş ile görüştüm. Kendisinin şu an olay yerinde olmadığını ama gezdiği zamanda kokunun genzi yakacak kadar yoğun olduğunu belirtti.

   Hem İtfaiye Komuta ile hem de Kadıköy İtfaiyesi ile görüştüm. Kendilerine bu konu ile alakalı bölgeden hiç ihbar gelmediğini belirttiler.

   İSKİ ve İGDAŞ ile görüştüm. Bölgede bakım çalışması yapılıp yapılmadığını, kendilerine herhangi bir ihbarın gelip gelmediğini sordum. Bölgede bakım çalışmalarının olmadığını ve kendilerine herhangi bir ihbar gelmediğini belirterek kontrol amaçlı ekip sevk edip araştıracaklarını ve bize dönüş yapacaklarını söylediler.

   21:35 sularında İGDAŞ geri dönüş yaparak bölgeye bir ekibin gittiğini herhangi bir koku bulgusuna rastlanmadığı, adresteki 3-4 sokakta vatandaşlarla yapılan görüşmelerde, 2-3 saat kadar yoğun bir koku olduğu fakat sonra bu kokunun kaybolduğunu söylediklerini belirttiler.

  21:50 sularında İSKİ geri dönüş yaparak bölgeye yönlendirdikleri ekiplerin herhangi bir kokuya rastlamadıklarını, kokunun ters esen rüzgâr nedeniyle kanalizasyondan gelmiş olabileceğini ve her ihtimale karşı İSKİ ekiplerinin verilen adreslerde kanalizasyonu tazyikli su ile temizleme çalışması yaptığını belirtti.

   21:55 suları Kadıköy Belediyesi Çağrı Merkezi ihbarları kapatmak için bilgi almak amacıyla tekrar aradı. Kendisine yukarıdaki işlemleri özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım. Birkaç dakika sonra tekrar arayarak AKOM'la görüştüğünü ve AKOM'un yapılan işlemlerden haberi olmadığını belirttiğini söyleyerek benim bilgilere (sanki sahte bilgi veriyormuşuz gibi) nasıl ulaştığımı sordu. Kendisine AKOM'un ayrı bir kurum olduğunu, benim bilgileri, işlemleri yapan ekiplerin bizi olay yerinden cep telefonları ile aramaları ile hatta gerektiğinde whatsapp'tan resim ve görüntü göndermeleri ile aldığımı söyleyerek sorunun diğer kurumlar arası olduğunu belirterek görüşmeyi sonlandırdım.

25 Ağustos 2018 Cumartesi

1994 yılı

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.

  1990 yılından beri OYAK-RENAULT Bursa fabrikasına Otomotiv yan sanayii olarak hizmet veren bir firmada; preslerin kalıp işlerinde, Torna ve Freze işlerinde çalışmaktaydım. Ayrıca firmanın fabrikaya bildirdiği kalite kontrolcüsüydüm.  

   1994 yılına kadar firma hem personel olarak hem de makine ve teçhizat olarak gelişim göstermiş, ileriye dönük yeni yatırımlar planlamaktaydı. 93 yılı sonu 94 yılı başlarında piyasalarda bir durgunluk başladı. Gerçi firma sürekli sipariş alıyor ve üretime devam ediyordu ama çalışanlara önceleri mesai ücretleri daha sonraları ise maaşları geç yatmaya başladı. Mart ayı gibiydi ki o ay mesailerin sonra ödeneceği, maaşın ise yarısının verileceği söylendi. Nisan ayında (kriz kararları açıklanmıştı) sipariş alıp çalışmaya devam ederken maaşın 1 ay gecikmeli verileceğini öğrendik. 

   Firmada çalışan kişi sayısı hatırladığım kadarıyla 20 – 25 kişiydi. Yemek saatinde aramızda yaptığımız toplantıda herkes durumunu döktü ortaya. Ben ve  3 kişi; bekar olduğumuz için bizim için sorun teşkil etmez görüşündeyiz ama siz ne derseniz destekleriz dedik. Çoğunluk evli olduğundan ve zaten birkaç aydır eksik maaş alındığından (mesailerin verilmemesi, eksik verilen maaşlar) zor durumda olduklarını belirttiler. Ertesi sabah patronla görüşme kararı alarak işbaşı yaptık. 

   Sabah oldu. İş yerine geldiğimde kimsenin kıyafet değişmediğini gördüm. Topluca patronla görüşelim içeride kalan maaşlar verilmezse iş bırakalım dediler. Yeni işe girmiş bir kişi vardı, abiler beni mazur görün. Ben daha yeni girdim dedi. Sen geç iş başı yap dedik. Patronun yanına topluca girmeyelim, aramızdan birkaç kişi girsin durumu anlatsın verdiği cevaba göre çıkıp tepkimizi veririz dedim. Aralarında benim de olduğum dört çalışanı seçip patronla görüşmeye girdik. İçeride kalan paraları alamadığımız gibi o ay ki maaşlarında ödenemeyeceğini duyunca tüm arkadaşların paralar verilinceye kadar iş bırakacağını söyledim ve odadan çıktık. Arkamızdan yaptığımızın kanunen suç olduğunu söylese de dışarı çıkınca arkadaşlara durumu anlatınca herkes iş bırakıp evlere gitti. Giderken ustabaşına da tüm çalışanlar adına ne zaman paralar verilir o zaman geliriz dedim. 

   Aradan 2 veya 2,5 ay geçmiş ve firmadan ses çıkmamıştı. Gidip özel eşyalarımı alayım dedim. Firmanın bulunduğu yere yaklaştığımda makinelerin çalıştığını duydum. İçeri girdiğimde ise ben hariç; maaşlar ödenmezse iş bırakalım diyen herkesin işbaşı yaptığını gördüm. Onları ne suçladım ne de kendilerine laf ettim.  

   Bu olaydan çıkardığım ders, işin içine çıkar girince kimseye güvenilmeyeceğidir. 

23 Ağustos 2018 Perşembe

23 Ağustos 2017

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.

Memleket ziyareti için, dün yapmış olduğum otobüs yolculuğundan hafızama kazınacak iki anı...

Çaprazımda oturan anneli kızlı ( ki kızında 3-4 aylık olduğunu sandığım bir bebeği var ) yolcuların arasında geçen ve neredeyse otobüsün yarısının duyduğu bir konuşma. 

 Kız, annesine başının ağrıdığını söylüyor. Annesi de her yere uçakla gitmeye alışık olduğun için garibanlar arasında durmak seni rahatsız etmiştir cevabını veriyor.

Hemen arka koltuğumda oturan ve yaşıt sayılan iki kız arkadaşın, otobüsün televizyonundan Amerika'da izlenen tam güneş tutulması haberi üzerine yaptığı konuşma. 

 Kızlardan biri biz niye izleyemedik diyor. Diğeri gece tutuldu gece güneş mi olur diyor. Diğeri Amerika'da izlenmiş ama diyor, beri ki e orada gündüz diyor. 

Dönüş yolundayım ve otobüsteyim. Yeni anılara doğru kontak açtık İstanbul'a doğru yol alıyoruz.

22 Ağustos 2018 Çarşamba

1992 yılının yazı. (Tarih tekerrürden ibarettir sözünün benim açımdan ispatı)

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.



   O yıl ortaokuldan mezun olmuşum. Liseye başlamadan önce, yaz tatilinde 3 ay boyunca ailemin isteğiyle Kadıköy’de tanıdık bir avukatın bürosunda çalıştım. Ailemin amacı, sessiz sakin ve fazla konuşmayan bir kişiliğim olduğundan lisede ezilmemem için açılmamı sağlamaktı. Gerçi fazla bir değişikliğim olduğunu da söyleyemem. Hala sessizim, fazla ve gereksiz konuşmayı sevmem. Konuştuğumda da lafı gediğine koymayı severim.  

   Her neyse biz o günlere dönelim. Büroda avukat, hukuk öğrenimine devam eden 2 stajyer avukat, 18-19 yaşlarında bir sekreter ve ben çalışıyoruz. Benim görevim daha çok getir götür işleri, noter tasdik işleri ve fotokopi. Dava dosyalarının fotokopilerini çekip dosyalamak, Adliyeye giden avukat beyin unuttuğu veya istediği bir evrakın aslını veya fotokopisini götürmek gibi… 

   O sabah, avukat bey ve stajyer avukatlar Kadıköy Adliyesine akşama kadar sürecek davaları için evraklarını alıp bürodan ayrıldılar. Öğle yemeği saati geldiğinde sekreter hanım (adını çok uğraşmama rağmen hatırlayamadım.) yemeğe önce ben gideyim, gelince de sen gidersin, ben gelene kadar da telefonlara sen bakarsın olur mu dedi. Olur deyip onu yemeğe gönderdim. Aradan 15 -20 dakika geçmişti ki; eski siyah beyaz Türk filmlerinden fırlamış tiplerden 5-6 tanesi büroyu bastı. Önce avukatı sordular, Adliye de dedim. Sonra bir dosyayı sorup onu bana ver diyen sinirli bir tiple muhatap oldum. Dosyanın arkamdaki dolapta en alt sürgülü kapak içinde ki klasörde olduğunu bildiğim halde (fotokopilerini ben çekip klasörlediğim için) dosyanın avukatın yanında olduğunu söyledim. Dava tarihi değil ki avukatta dosyanın ne işi var dediklerinde, dosya da tereddüt ettiği bir konu varmış, tecrübeli olarak gördüğü bir avukat arkadaşından görüş alacakmış o yüzden yanına aldı dedim. Ne zaman gelir dediler. Bugün gelmez akşama kadar davaları var, bitince adliyeden eve geçer dedim. Hatta büroyu ben kapatacağım deyip cebimdeki anahtarı gösterdim. Ararsa geldiğimizi söylersin deyip çekip gittiler. 

   Onlar gidince büronun yanında olan pazarlamacıların bürosundan iki bayan koşarak yanıma gelip, Polisi arayacaktık ama bizim kapıda da iki kişi vardı, ceketlerinin altında silahlarını gördük korktuk dediler. Sen bu yaşında bu kadar sakin kalıp nasıl idare ettin diye sorup sarılıp sarılıp öptüler. Bu sırada yemeğe giden sekreter geldi olayı ona da anlattık. Pazarlama bürosundaki bayanlardan biri adliyede olan avukat beye olayı anlatmaya gitti. Avukat bey geldi hem benden hem de yandaki bayanlardan olayı tekrar dinledi. Yaşadığın kolay bir şey değil, korkmuşsundur bırakırsan anlarım dedi.  Okullar açılınca zaten bırakacağımı belirtip devam edeceğimi söyledim. Avukat bey bana burada olan burada kalır, evde bugün olanları anlatıp aileni üzme dedi ve beni eve erken gönderdi. Ertesi gün işe gittiğimde ise gelmeyeceğimi düşündüğünü söyledi ve  ben okul açılana kadar çalışmaya devam ettim. 

   O zamanlar bilemezdim tabi. Yıllar sonra çalıştığım kurumda bir gece nöbeti esnasında kurumun hainlerce basılıp üzerimize onlarca namlunun doğrultulacağını, kafamıza silah dayanacağını. Tarih tekerrürden ibaret derlerdi de inanmazdım…