Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Kar tatili onaylandıktan sonra genelde vatandaşlarımız tarafından bizim telefonlarımız aranır konu hakkında bilgi alınırdı. O tarihte de kar tatili verilmesi gündemdeydi.
Saat 17:00'da devraldığımız nöbette 18:00 suları telefon çaldı, açtım. Telesekreter servisine bir öğrencimiz (tahminim liseli) üç adet mesaj yollamış.
Birinci mesajı:
- Ya nolur! Yarın tatil olmasın. Çok önemli işim var. Bir öğrenci tatil olmasın der mi? O kadar önemli işim var.
İkinci mesajı:
- İnanmazsanız mektubu size de yollarım.
Üçüncü mesajı:
- Birinden hoşlanıyorum. Ona açılacağım. Anca o gün olur bu ya lütfen tatil olmasın.
Hiç bir kurum ve kişi hedef alınmamış, sadece görev esnasında veya günlük hayatta yaşadıklarım kaleme alınmıştır.
30 Aralık 2018 Pazar
26 Aralık 2018 Çarşamba
26 Aralık 2016
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Resim : http://ozzelefekt.blogspot.com adresinden alınmıştır.
Resim : http://ozzelefekt.blogspot.com adresinden alınmıştır.
Fırsat buldukça (kitap okumanın
dışında) televizyonda bir belgesel kanalı açar, izlerim.
İzlediğim belgeselde işlenen
konulara göre;
İnsan genetiği ile maymun genetiği %98,9 oranında aynıymış. Gözlerimi
kapatıp geriye yaslandım. Demek ki; çevremizde yaşanan bunca acı ve haksızlık
karşısında üç maymunu oynamamız kalıtımsalmış.
Ayrıca;
Dünyadaki en zengin 85 kişinin parası, en fakir 350000000 ( yanlış
görmediniz ÜÇ YÜZ ELLİ MİLYON ) kişinin parasının toplamından fazlaymış.
Üç maymunun adı çıkmış görmüyor, duymuyor, konuşmuyor diye...
Oysa öyle çoklar ki;
Okumuyor,
Uyanmıyor,
Düşünmüyor,
Çalışmıyor,
Paylaşmıyor
... gibi.
22 Aralık 2018 Cumartesi
30.11.2018 Cuma sabahı 10:00 – 10:30 suları
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Sabah 10:00
ile 10:30 arası cebime gelen bir mesaj sesine uyandım. O gece biraz geç
yattığım için mesajın sesi de aslında tam uyandıramadı. Gayrı ihtiyari telefonu
elime alıp yarı uyur şekilde acil bir durum olabilir diye tek gözümle okumaya
çalıştım. İGDAŞ’tan gelen mesajda “Sn. Melih Kasap ********* nolu sözleşme
hesabınıza ait 18.12.2018 son ödeme tarihli 1845.00 TL tutarında fatura
tahakkuk edilmiştir. Saygılarımızla” yazıyordu. Faturaymış diye önemsemeyerek,
uykulu bir şekilde baktığım için de tutarı 184 lira 50 kuruş gibi gördüğümden,
telefonu bırakıp uyumaya devam ettim.
Uykum
sırasında okuduğum mesaj gözümün önüne geldi. Okudukça ekran aydınlanıyordu.
Tutar kısmına gelince 1845.00 yazısının 184 lira 50 kuruş olmadığını anlamamla
uyanmam bir oldu. Hemen kalkıp mesaja uyanık gözle tekrar baktım, gerçekten
1.845 liraydı. Ne oluyor diye İGDAŞ’ı aramak için telefona sarıldım.
İGDAŞ müşteri
hizmetleriyle yapmış olduğum görüşme sonucu gelen faturanın oturduğum daireye
değil de 2 senedir kullanımda olmayan babamların daireye geldiğini öğrendim. İGDAŞ
müşteri hizmetlerindeki arkadaş sayaç numaratörünün dönmediği için arıza kaydı
ile sayacın değiştirildiğini ve ortalama kullanım bedeli yansıtıldığını
söylediğinde, yaklaşık bir ay kadar önce bir sabah nöbet dönüşü yengemle
yaptığım telefon görüşmesi aklıma geldi. Yengem “Melih annemlerin doğalgaz
sayacını değiştiriyorlar, sen arıza kaydı verdin mi? Arıza kaydı verilmiş, onun
için değiştiriyorlarmış” dedi. Bende herhangi bir kayıt vermediğimi sayacı
okumaya gelen kişi daire de kalan olmadığı için sayaç dönmediğinden herhalde
öyle zannetmiş demiştim. İGDAŞ müşteri hizmetlerinde görüşme yaptığım arkadaşa
da bu konuşmadan bahsettim ve dairede kalan olmadığı için sayacın dönmemesinin
normal olduğunu, babamların , memlekette de evimiz olduğundan ve iki yıldır da
orada kaldıklarından bu adresteki dairenin boş olduğunu söyledim. İGDAŞ’taki arkadaş o
zaman en yakın tahakkuk servisine başvurmamı ve yapacağım itirazla ilgi beni
oradan bilgilendireceklerini söylemesi üzerine görüşmeyi sonlandırdım.
3 Aralık Pazartesi
günü Pendik İGDAŞ tahakkuk servisi ile görüşmeye gittim. Sayaç değişikliği
yapıldığından dolayı benim Kartal İGDAŞ tahakkuk servisine başvurmam
gerektiğini söylediler. Aynı gün Kartal İGDAŞ’a gittim. Tahakkuk servisine
çıkıp oradaki görevliye durumu anlattığımda, sözleşme numaramı sisteme girerek
tarih kontrolü yaptı ve benden karşılaştırma yapmak için, geriye dönük olarak 4
yıllık elektrik ve su kullanım detayları dökümü almamı ve bir dilekçe ile
başvurmamı söyledi.
4 Aralık Salı
günü Pendik İSKİ’ye gittim. Görevli arkadaşa durumu anlattığımda geriye dönük olarak
4 yıllık dökümü verdi (su sözleşmesi babamın üstüne olmasına rağmen yardım
ettiler). Bu sırada yaptığımız sohbette İGDAŞ’ın yaptığı işlemin yanlış olduğu
konusunda hemfikir olduk. Oradan elektrik dökümünü de almak için Kaynarca’da
bulunan ENERJİSA’ya gittim. Elektrik sözleşmesi de babamın üstüne olduğundan
vekalet olmadan istediğim dökümü almamın mümkün olmadığı, sözleşme sahibinin
kendisinin veya vekalet verdiği birisinin olması gerektiği söylendi. Şefleriyle
görüşmek istediğimi bildirip bir müddet bekledikten sonra şefleriyle görüştüm.
Durumu anlattığımda kendisi de aslında vekaletsiz işlem yapamayacağını (ben 83
yaşındaki babamın köyden bu iş için gelmesinin ne kadar uygun olacağını
söyleyip fatura itirazı için döküm istediğimde ısrar ettiğimden) ama işimizin
görülmesi için dökümü verdini söyleyerek çıktının altına mühür basıp imzasını
attı (adını hatırlayamadığım şefe yardımlarından dolayı teşekkür ederim). Yanından
çıkarken de eğer başka bir şey isterlerse direk kendisine gitmemi söyledi.
6 Aralık
Perşembe günü almış olduğum 2014-03 / 2018-12 arası elektrik ve su kullanım
detay dökümleri ile (ki her iki dökümde de 2015 Aralık ayından 2018 Aralık
başına kadar kullanım olmadığı görülmekteydi) yazmış olduğum dilekçeyi Kartal İGDAŞ’a
götürüp tahakkuk servisine teslim ettim. Evrak kayıt altına alınıp cebime takip
edebilmem için gerekli bilgileri göndereceklerini ve sonucunda yine bana
iletileceğini söylediler.
Yazmış
olduğum dilekçede aşağıdaki hususlara da dikkat çekme ihtiyacı hissettim.
1-Sayaç okuma görevinde bulunan arkadaşların,
numaratörün dönmemesi üzerine arıza veya kaçak kullanım yakaladıklarını
düşündürten zeka pırıltılarını zile basıp dairede oturan var mı diye de
kullanmalarını toplum adına istemekteyim.
2-Sökülen sayacın kontrolü bile yapılmadan aboneye
ortalama tüketim faturası çıkartılması kullanım yoksa sen ispatla manasında
algılanmaktadır ki aynı mantıkla bakıldığında aboneye de kullanım varsa siz
ispatlayın deme hakkı doğar.
3-Kıyaslama yapmak için elektrik ve su
faturası da istenmesi her aboneye uygun olmamaktadır. Mesela bizim durumu örnek
alırsak; bahçedeki çiçeklerin sulanması, bina dış cephe mantolaması, bahçe
duvarına çit montajı ve duvarı sağlamlaştırmak için beton atılması sırasında
elektrik ve su kullanımı, bir komşunun kundaklanan aracının söndürülmesine
yardım için su kullanımı bahse konu adresten yapılmıştır ki; bu kullanımlar
doğalgaz kullanıldığı manasına da gelmemektedir. Faturalar karşılaştırırken
doğalgaz kullanılmış anlamına gelip gelmeyeceği de muallakta kalmaktadır.
4-Bu arada yapılan işlemde de eksiklik vardır.
Şöyle ki; sayaç okunduğunda dönmediği görüldüğünde evde oturan olup olmadığı 2-3
kez kontrol edilmeli, gerekirse sayaç sökülüp yenisi takılmalı ve sökülen sayaç
kontrole götürülmeli, arıza tespit edilirse yeni takılan sayaçtan okunan değer
göz önüne alınarak ortalama tüketim faturası çıkartılmalıdır. Bizim faturalandırmanın
bu şekilde yapılıp yapılmadığının takdirini sizlere bırakıyorum.
15 Aralık Cumartesi günü cep telefonumdan
arayan Kartal İGDAŞ tahakkuk servisi yetkilisi kullanımda olmayan daireye
kesilmiş olan faturanın (1845.00 TL) iptal edildiği bilgisini verdi.
31 Ekim 2018 Çarşamba
24.11.2010 Maltepe sahilinde batan bir gemi sonrası…
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
28 Kasım Pazar günü sabah nöbeti
devralıp ertesi sabah devrettik. Nöbeti devralan arkadaş, yarım yamalak geçen
nöbetimizde bir sorun olduğunu belirtti. Şaka yaptığını düşünüp üstünde durmadık
ve eve gittik. Bir sonraki nöbetimizi devralmak için akşam 16:30 sularında işe geldiğimizde
(1 Aralık Çarşamba) aynı konu açıldı. Arkadaşın anlattığına göre; bizim 25
Kasımdaki nöbetimizde Maltepe sahilde bir gemi batmış ve biz bunu sabah
raporunda belirtmemişiz. O zamanki müdür beye valilik tarafından sorulmuş,
sorun olmuş. Müdür bey gelmiş sinirli olduğu için karşısına kim gelse kızmış
bağırmış vs. Arkadaşın “sizin yüzünüzden bir sürü insan azar işitti” demesi
üzerine, nöbet arkadaşımla birlikte müdür beyin yanına gidip özür dilemeye
karar verdik.
O tarihteki nöbet yerimiz, şimdi valilik bilgi işlem olan yerdeydi ve
yan taraftaki ana binamız yeni yapılmıştı (şimdiki Acil Durum Yönetim Merkezi).
Kapıdan çıkıp o tarafa doğru gidiyorduk ki müdür beyi yeni binanın kapısında
gördük. Yanına yaklaşıp kapının önünde konuşmaya başladık. Müdürüm geçen bir
olay olmuş, biz kaçırmışız ve bizim yüzümüzden zor durumda kalmışsınız ve arkadaşlara
kızmışsınız, özür dileriz diyerek olaydan dolayı üzüntü duyduğumuzu belirttik.
Kendisi babacan bir tavırla bize sorun olmadığını işimize dönmemizi söyledi.
Müdürün yanından ayrılıp nöbet yerimize giderken, arkadaşla olayı
sorgulamaya başladık. Hadi telsizi duymadık (ki gemi batıyor sonuçta. Boğaz
Trafiğin, Kıyı Emniyetin, Sahil Güvenliğin ve İtfaiyenin telsiz cayırtısından
durulmazdı) hiçbir kurumdan tek telefonda mı gelmez ya. Bunda bir iş var dedik.
Nöbet yerimize geldiğimizde gündüz personeli servislere binmek için çoktan
gitmişti. Masama geçip internetten olayı araştırdım ve yaşadığım sinir ve şok
yüzünden hayretler içinde arkadaşın yüzüne birkaç dakika tek kelime etmeden
baka kaldım. Karşımdaki görüntüde geminin gündüz battığı belirtiliyordu.
Sinirlenip şok yaşamamın sebebi; aslında geminin gündüz batması değil de
bir gün önce gündüz batmasıydı. 24 Kasımda gündüz batan gemiyi 25 Kasım gece
nöbetçilerine (o zamanlar nöbetlere üç günde bir geliyorduk 22-25-28… gibi)
sizin nöbette batmış denmesi resmen şok geçirtti. Nöbet arkadaşım durumu
görünce çok sinirlendi ve bir sonraki nöbette bunu sorarım dedi. Ben, daha çok
kendime kızdım. Çünkü; nöbetimizde hadi biz duymadık ya da kaçırdık diyelim, ne
telsiz anonsu gelmiş ne de telefon gelmiş. Üstelik her sabah kurumları arayıp
olumsuz bir durum var mı diye soruyoruz ki o günde sorduk. Olumsuz bir olay
yaşanmamış, raporumuzu o şekilde yazmışız. Sonra biri çıkmış sizin nöbetinizde
olmuş dedi diye hiç araştırmadan üstlenmişiz. Gel de kızma. Neyse…
Sonraki nöbette arkadaş, bize nöbetinizde gemi batmış diyen arkadaşla
tartışmaya başladı. Biz nasıl üstlendik, gittik özür diledik. Sizde korkmayın,
başkasının üstüne atmayın gibisinden konuştu. Karşılıklı atışmalar esnasında
sesleri biraz fazla yükseldiğinden, tartışmayı dışarıda olan müdür bey duymuş.
Camın önüne gelerek “ben size bir şey dedim mi oğlum, kimin ne olduğunu, ne
yaptığını ben gayet iyi biliyorum. Olayı uzatıp, büyütüp benim sinirimi
hoplatmayın. İstemediğim şeyler yaptırmayın bana” diyerek bizi uyardı.
Bu olaydan sonra bir daha bu şekil bir sorun yaşanmadı.
21 Ekim 2018 Pazar
2012 senesi Nisan ayının bir Cumartesi günü
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
O sene ortaokula giden çocuğumun İngilizce dersine destek olması için, hafta
sonları özel ders aldırıyordum.
Cumartesi günü ders için evden çıkıp Pendik’e gittik. Oğlum ders verecek
kişinin evine giderken bende kendisini kuşlu parkta (Tren istasyonunun hemen
altında) kitap okuyarak bekleyeceğimi söyleyerek çıkınca yanıma gel dedim.
Parka varıp boş bir banka oturup kitabımı okumaya başladım. 2 ya da 3
sayfa okumuştum ki yanıma 9 – 10 yaşlarında bir erkek çocuğu yaklaştı.
-Abi sana bir şey söyleyebilir
miyim? Dedi.
Okuduğum sayfayı kaybetmemek için kitap ayracını koyup kitabı kapatırken
“söyle bakalım” dedim.
-Abi sabahtan beri bir şey yemedim,
yanımda para da yok. Bana yiyecek bir şey alır mısın?
O bunları söylerken bende onu süzdüm. Temiz giyimli konuşması düzgün bir
çocuktu. Sesinde utangaç bir tını vardı ki benden başkası da duymasın diye
kısık sesle konuşmuştu. O yüzden sorgulamadan benimle gelmesini söyleyerek
hemen yakınımızdaki büfeye gittim.
-Ekmek arası döner söylüyorum
dedim.
-Çeyrek yeter abi dedi. (Yarım
aldım)
-Yanına içecek ne istiyorsun
dedim.
-İstemiyorum dedi. (Sen kola al
ben kasada ödüyorum dedim, hatta kolayı istediğinde çalışan arkadaş bana baktı,
ver ödüyorum dedim)
Büfeden çıkıp tekrar parkta oturduğum banka gelip kaldığım yerden
kitabımı okumaya devam ettim. Bu arada çocukta yakınımdaki bir bankta ekmeğini
yedikten sonra yanıma gelip teşekkür ederek gitti.
Çocuk gittikten bir müddet sonra yanıma sarıklı, sakallı ve cübbeli genç
biri gelip oturdu. “Mübarek” sen iyi birine benziyorsun dedi. Kaynarca’da bir
caminin çağ ocağında ve yatılı Kuran kursunda çalıştığını anlattı. İstediğim
zaman onu ziyarete gidebileceğimi, sohbet ve toplantılara katılabileceğimi
söyleyerek beni davet etti. Cevap vermeden kitap okumaya çalıştığımı belirterek
sohbeti kesmek istedim. O ise sohbeti devam ettirme niyetindeydi. Konuşmaya devam
edip kendince dini bilgiler verip çeşitli sorular soruyordu. Bir taraftan kitap
okurken diğer yandan rahatsız olduğumu da belli ederek sorularına geç cevap
veriyordum. Bir yandan da düşünmeye başlamıştım. Acaba kalkıp gitmeli miydim
yoksa bağırıp kovmalı mıydım? Anlattığı dini olaylar sonrasında sorduğu
sorulara verdiğim cevaplar hoşuna gitmiş olmalı ki; aslında benim kurtulmama
yarayacak soruyu sordu.
-Biz Mahmutusta’ya bağlıyız. Sen kime
bağlısın?
Aslında beklemediğim bir soru olmasına rağmen,
gelen bu ortaya voleyi çakıp topu doksana takarak bu sohbetten kurtulabileceğimi
anladım. Elimi omzuna koyup gözlerinin içine bakarak dedim ki:
-Arkadaşım ben aracı
kullanmıyorum, direk Allah'a bağlıyım.
Bu cevaptan sonra; göz bebekleri büyüdü, suratının şekli değişti ve “peki, iyi günler” diyerek yanımdan kalkıp
gitti. Tabi bende de kitap okuyacak hal kalmadığı için kitabı kapatıp çocuğun
gelmesini bekledim. Oğlum gelince de az dolaşıp yemek yedikten sonra eve döndük.
14 Ekim 2018 Pazar
26 Aralık 2017 (Tuzla’da ki koku olayı)
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
26 Aralık
günü akşam saatlerine doğru Acil Durum Yönetim Merkezimize düşen Tuzla ilçesi
İstasyon mahallesinde yoğun olmak üzere Yayla, Evliya Çelebi ve Postane
Mahallelerinde bir koku ihbarı sonrasında, olay yerine AFAD ekipleri
yönlendirilerek ve gerekli görüşmeler yapılarak ilgili kurumlar arası
koordinasyon sağlanmıştır.
Benim
anlatmak istediğim anım; tüm bu görüşmeler arasında olay yerinden bizi arayan
ve çocuğunun astım rahatsızlığı nedeniyle kokudan çok etkilendiğini söyleyen
bir vatandaşımızla yaptığımız görüşme sonrası yaşananlarla ilgili.
O gün mesai
saati sonrası nöbet tutan ekipte iki kişiydik. Koku ihbarı gelmesiyle birlikte
yoğun bir telefon trafiği yaşıyorduk ve vatandaşımız bizi aradığında telefonunu
diğer arkadaşım cevapladı. Vatandaşımız çocuğunun rahatsızlığını anlatıp koku
olayından çok etkilendiğini belirtmesi üzerine arkadaşım, sağlık konusunda
uzman olmadığını belirttikten sonra başka bir ilçede tanıdıkları veya
akrabaları olup olmadığını sordu. Olumlu cevap alması üzerine, çocuğunuzun
durumunu en iyi siz bilirsiniz, madem ki kokudan o kadar çok etkileniyor “ben
olsaydım” en azından koku geçene kadar onların yanına giderdim cevabını verip
görüşmeyi sonlandırdı. Buraya kadar her şey normal, hepimizin çocuğu var
sonuçta.
Yaklaşık yarım
saat sonra (hala yoğun bir telefon trafiği arasında) çalan bir telefonu cevapladım.
Arayan arkadaş polis memuru olduğunu, ekiplerde görevli olduğunu ve koku olayıyla
ilgili olarak olay yerinde olduğunu söyledikten sonra bir site önünde
gördüklerini bize anlattı. Söylediğine göre bazı vatandaşların ilçeyi
boşaltmamız gerekiyormuş dediklerini, bunu nereden duydunuz dediğinde ise bir
kişinin İstanbul AFAD’ı aradığını oradan böyle dediklerini söylediklerini
belirterek doğru olup olmadığını sordu. Kendisine iki kişi olduğumuzu ve
ikimizin de böyle bir bilgi paylaşmadığımızı, üstelik bu tip bir bilgi
paylaşımının da bizim yetkimizde olmadığını belirterek oradaki yanlış bilginin,
bilgi kirliliğinden kaynaklandığını sandığımı söyledim. Vatandaşlara gerekli bilgilendirmeyi
yaparak resmi makamların açıklamalarını dikkate almalarını söyleyin diyerek
görüşmeyi sonlandırdım.
Aradan 15-20
dakika geçmişti ki Tuzla İlçe Emniyet Müdürlüğünden bir polis arkadaş arayarak ortalıkta
Tuzla’nın boşaltılması gibi bir bilgi dolaşıyor ama ben hiçbir resmi açıklama
bulamadım, bu işin aslı astarı nedir diye sordu. Kendisine bunun bir söylenti
olduğunu bu yönde hiçbir resmi açıklama olmadığını söyleyerek ve az önce bir
ekiple yapmış olduğum konuşmayı da özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım.
Koku olayı
sonlanıp görüşme trafiği azaldığında konu üstünde düşününce; söylentinin
yayılmasının iki ihtimali olduğunu, ya bizimle görüşen vatandaşın, etrafına
durumu bildirdiğinde yanlış anlaşılarak paniklediklerini ya da durumdan
istifade etmek isteyen kötü niyetli kişilerin bu çeşit bir söylenti
çıkardıklarını varsaydım (99 Marmara depreminden sonraki günlerde, deprem
olacak söylentisi çıkartılarak bazı bölgelerde hırsızlık yapıldığına dair
haberleri hatırladım).
Yetkililerin
zamanında bilgilendirme yapmasının önemini bir kez daha vurgulayan bu olayı da
notlarımın arasına aldım.
6 Eylül 2018 Perşembe
2016 yılının Ağustos ayında bir nöbet günü.
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Akşam
18:00 sularında bir vatandaşımız aradı. Eniştesinin sabah saatlerinde Ömerli Barajı mevkiine
gittiğini ve kendisinden bir daha haber alamadıklarını, akrabaları ve jandarma
vasıtasıyla arama yaptıklarını belirterek bizden arama faaliyetine destek
talebinde bulundu. Üzerinden 24 saat geçmeden jandarmanın arama faaliyeti
başlatması bana şüpheli geldiğinden, kayıp şahsın bir rahatsızlığı (Alzheimer, sara, psikolojik vb.) olup
olmadığını sordum. Herhangi bir rahatsızlığı olmadığını söyleyince arama faaliyetine
katılan jandarma ekibinden ekip liderinin bizi aramasını ve destek isteğinin
resmi olarak iletilmesini söyledim.
Yaklaşık yarım saat sonra bölgeden jandarma
başçavuş olduğunu söyleyen arkadaş yönetim merkezimizi aradığında, olayın hiç
de ilk anlatılan gibi olmadığı ortaya çıktı.
Olayın aslında bir gün önce olduğu, kayıp
olarak bildirilen şahısla birlikte bir akrabasının da baraj mevkiine gittiği,
gece geç saatlerde geriye tek kişinin döndüğü, geri gelen akrabanın sabah
eşyalarını toplayıp giderken eşine “eniştemi Ömerli Barajının oralarda öldürüp
attım” dediği ve cep telefonunu evde bırakarak kaçtığı bilgilerini veren
jandarma yetkilisi bizden arama için köpekli arama ekibi de olmak üzere destek
talebinde bulundu.
Kendisine, olayın adli vaka olmasından dolayı
olay yerinde olay yeri inceleme ekibinin olup olmadığını sordum. Olumlu
yanıtını aldıktan sonra öncelikle bizim arama köpeklerimizin canlı arama
üzerine eğitimli olduğunu, kadavra köpeğinin jandarmada olup olmadığını tam
olarak bilmemekle birlikte emniyette olduğunu ve bu ekiplerle de irtibata
geçmesinin gerektiğini, her ihtimali göz önünde bulundurup bizim de destek ekibinin
içinde canlı arama köpekli ekibi de yönlendireceğimizi belirttim. Bu arada
kayıp şahsın yanında cep telefonu var mıymış diye sordum. “Öğrendiğimiz
kadarıyla varmış” cevabını aldım. O zaman sen de biliyorsun ki Ömerli Barajı ve çevresi çok
geniş bir alan. Bizim elimizde yok, jandarmada var mı bilmiyorum ama bildiğim
kadarıyla emniyette sinyalden yer tespiti yapan sistem var. En azından arama
yapılacak alanı daraltmak için (şahıs yaralı ise daha hızlı ulaşmak adına)
emniyetle görüşülüp bu konu da desteklerini istemek daha yararlı olur dedim.
Tüm bu görüşmelerden sonra, ben üstlerimle
görüşüp bu konuların hepsini ileteceğim. Duruma göre tekrar görüşüp desteğinizi
isteriz dedi. Kendisine kurum olarak gereken desteği vereceğimizi belirterek
görüşmeyi sonlandırdım. Nöbetimizi devrettiğimizde ise konu ile alakalı tekrar
bir geri dönüş olmamıştı.
2 Eylül 2018 Pazar
2007 yılı yaz aylarında bir hafta sonu nöbetinde...
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Cumartesi sabah saat 09:30’da
devraldığımız nöbetimizi, Pazar günü saat 09:30’da devredecektik. Saat 09:00
sularında nöbeti devralacak arkadaşlarında gelmeye başladığı sıralar,
merkezimize gelen bir telefonu yanıtladım. Telefondaki vatandaşımız Ortaköy’de restoran
sahibi olduğunu ve sabahtan beri elektriklerinin kesik olduğunu söyledi.
- - Burası
Afet Yönetim Merkezi beyefendi. Elektrik idaresini aradınız mı? Belki bölgesel
bir arıza veya hatlarda bakım vardır.
- - Aramadım,
zaten arayınca da ulaşamıyorsun. Beklemeye alıyorlar, açmıyorlar. Bizim
buralarda sık sık kesintiler olmaya başladı. Şikayet ediyoruz çözümde olmuyor.
- Şikayetinizi
imza toplayarak bir dilekçe ile hem ilgili idareye hem de valiliğe bildirin. Ayrıca
elektrik idaresini aramadığınızı söylediniz aramadan açmayacaklarını nereden
biliyorsunuz?
Bu sorumdan sonra vatandaşımızın ses tonu, konuşma şekli ve üslubu
çirkinleşti. Yok efendim sorununu arz etmişmiş, bu durumda onun için bir
afetmiş ve devlet olarak hiç yardımcı olmuyormuşuz, vergisinde gecikme olduğu
zaman kapısına dayanmasını biliyor muşuz gibi şeyler, hakaretler ve küfürler.
Sert bir şekilde konuşmasının arasına girdim. Aradığı yerin Afet Yönetim
Merkezi olduğunu, geciken vergi için kapıya dayanan kişinin ben olmadığımı,
elektrik kesintisi için Bedaş’ı araması gerektiğini, elektrik şalterinin benim
yanımda olmadığını, bağırıp çağıracağı küfür ve hakaret edeceği kişinin bu
kurumda olmadığını belirterek söylediklerini kendisine aynen iade ettiğimi
söyledim. Konuşmam sırasında da kendisine gerekli yardımı da yaptığımı
belirttim.
Vatandaş:
-
Vali
Muammer bey benim arkadaşım dedi. Şimdi cepten arayıp durumu anlatıp, seni de
şikayet edeceğim.
Tepem attı:
- "Adım
Melih, soyadım Kasap, sicil numaram da bu ............. git kime şikayet
edeceksen et. Kimseden korkmadığım gibi hesap veremeyeceğim durumda yok" diyerek
telefonu kapattım.
1996 - 1997 yılları
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
1996-1997 yılları, Çayırova’da
bulunan Arçelik çamaşır makinesi fabrikasında çalıştığım sıralar…
Fabrikada hatlar takımında çalışmaktayım. Hatlar takımı da nedir?
Dediğinizi duyar gibiyim. Çamaşır makinesinin çelik kazanlarının yapıldığı hat
(şuan hemen hemen hepsi plastik kazanlıdır) kazan hattı, iç tamburunun
yapıldığı hat (bizim kapağı açıp içine çamaşır koyduğumuz yer) tambur hattı,
gövdesinin yapıldığı hatta ise gövde hattı denir ve bunların hepsi imalattaki
hatlar takımıdır. Bir de montaj hattı var tabi… Kazan hattında, tambur
hattında, gövde hattında da çalıştım. 3-4 ay kadar montaj hattında bile
çalışmışlığım vardır.
Bu fabrikadan tambur hattında çalıştığım zamanlardan iki anımı
aktaracağım. Birincisi, dikkatsizliğim sonucu (dikkatsizliğim sağ elime
koruyucu eldiven giymememdi) geçirdiğim küçük bir kaza ile ilgili. Küçük
dediğime bakmayın, sağ elimin üst tarafında baş parmağımın dibine galvaniz
sacın girip çıkmasıyla, neredeyse damarları kopartacak şekilde geçirdiğim bir
kaza.
Tambur hattına rulo halinde yüklenen sac
biterken, onu gören sensörün
önüne yığılması sonucu hata vermişti. Hatayı düzeltmek için gittiğimde sensörün
önünde yığılmış olan sacın hafifçe katlandığını gördüm. Sağ elimde eldiven
olmadığından sol elimle sacı düzeltmeye çalışırken sacın avına saldıran bir
yılan gibi ileri fırlamasıyla sağ elime vurması bir oldu. Sacın köşesinin sağ
el baş parmak dibine girip çıktığını çıkan kanlardan anladım. Fabrika doktoruna
gittim. Ambulans ile hastaneye sevk oldum ve kesiğe dikiş atıldı. 15 günlük kaza raporu
alındı, parası sonradan SSK’dan alındı falan filan. Buraya kadar her şey normal
prosedür. Bana anormal gelen ise; iş güvenliği uzmanı ile geçirdiğim kaza
hakkında daha sonra yaptığım görüşmeydi. Kazayı geçirdiğim yerde kazanın nasıl
olduğunu anlattığımda “öyle kaza mı olur?” Diye kendince çıkışınca, uzmana
“kazanın nasıl olacağını bilsem geçirmezdim zaten” diye cevap verip baş
parmağımı göstermiştim.
İkinci anıma gelince, yine tambur hattındayım. Gece vardiyasına
başladığımızdan bir müddet sonra çıkan tamburların üst birleşim yerinde pres
ısırmasına benzer bir çapak belirdi ki bu da tamburun hurdaya çıkması demek. İlk
başlarda her 9-10 adet tamburda bir hurda çıkarken 3-4 adette bire düşünce
üretimi durdurduk. Vardiya da hatlar takımı üretiminden sorumlu mühendisi
çağırdık. Bakımcılar geldi. Biz, bakımcılar ve mühendis olmak üzere sorunun
neden kaynaklandığını arıyoruz. Kalıp sökülüp kontrol edildi, sensörlere
bakıldı, hidrolik ayarına hatta yağın kalitesine dahi bakıldı, kullanılan pimin,
sacın kalitesi bile kontrol edildi. Ancak sorun kısa zamanda tespit edilemedi. Üretimi
uzun süre durdurmak demek de çamaşır makinesi üretim kaybı olacağından mühendis
tarafından “montaj bandının durmaması için” üretime devam etmemiz söylendi.
Devam ettiğimiz üretim sonunda yaklaşık 400 adet hurda ile bitirdik ki bu belki
de Arçelik tarihinde hurda rekorudur. Gündüz sorunun kaynağı bulunup
çözüldükten sonra üretim sorunsuz devam etmiş.
Gündüz vardiyasına döndüğümüz hafta hatlar takım lideri olan mühendis,
üretim ve kalite müdürleri ile yanlarında birkaç kişi daha olmak üzere yanımıza
gelip gece vardiyasında o kadar çok hurdanın nasıl çıktığını araştırmak için
çeşitli sorular sordular. Soruları soruş şekilleri ile ses tonlarından
hurdaları bize geçirmeye çalıştıklarını anlayınca, üretimi uzun süre durdurmanın
üretim kaybı olacağının vardiyadan sorumlu mühendis tarafından belirtildiğini
ve hurdanın çok çıkacağı uyarımıza rağmen “montaj bandının durmaması için”
üretime devam etmemizin söylendiğini belirttim.
Bu olaydan 4-5 ay sonra ekonomik kriz bahanesi ile işten atıldım.
1 Eylül 2018 Cumartesi
2014 Yılı Yaz Ayları
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
2014 yılı yaz aylarından bir gece saat 01.00 suları…
2014 yılı yaz aylarından bir gece saat 01.00 suları…
Afet Acil Durum Yönetim Merkezini arayan ve
kendisinin polis memuru olduğunu söyleyen arkadaş özetle: Maltepe Başıbüyük
ormanlık alan içinde yaralanmalı kaza olduğu, olay yerinde emniyet ekibi
olduğu, sağlık ekibinin müdahale etmek için geldiğini fakat arazi şartları
yüzünden ambulansın kaza bölgesine çıkamadığını belirterek 112 personelinin
kaza mahalline çıkartılması ve kazazedelerin ambulansa taşınması için bizden
arazi araçlı bir ekip talep ettiklerini söyledi.
Memur arkadaşa bizden istediği ekibin
Atatürk Havalimanı yanındaki Birlik Müdürlüğünden geleceğini, olay yerine
varmasının 1 saatten fazla süreceği için yaralıların durumunun kötüleşmesinin
söz konusu olabileceğini belirttikten sonra, Orman ekiplerinin araçları kaza
bölgesine çıkamaz mı? diye sordum. Çıkar cevabını aldıktan sonra kendisinin
iletişim bilgisini Orman ekiplerine vereceğimi ve kendisini aradıklarında kaza
mahalli hakkında yardımcı olmasını isteyerek konuşmayı sonlandırdım.
Orman Komutayı aradım olayı özetleyerek kaza
bölgesine yakın ekiplerin yardımcı olmalarını isteyerek Polis arkadaşın iletişim
bilgilerini verdim. Takriben 20 - 25 dk. kadar sonra Orman komuta arayarak
ekibinin olay yerine giderek gerekli yardımı yaptığını ve kazazedeleri 112
ambulansa teslim ettiklerini bildirdi.
Bu olayda kaza mahallindeki memur arkadaş
direk orman ekiplerinden yardım isteseydi müdahale daha çabuk olurdu. Bizi
araması bizim ormanı aramamız en az 10 dk. kayıp zamandır ki saniyelerin önemli
olabileceği durumlarda kaybedilen fazla zamandır.
27 Ağustos 2018 Pazartesi
15 Mayıs 2018
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
15.05.2018 saat 21:00 suları...
Kadıköy Belediyesi çağrı merkezinden Afet Acil Durum Yönetimi Merkezimizi aradılar. Arayan arkadaş Fenerbahçe Mahallesi 18 Mart sokak ve çevresindeki 3 – 4 sokaktan, vatandaşların çağrı merkezlerini yoğun olarak aradıklarını, belirtilen mahalde yoğun bir koku olduğunu ve arayanların büyük çoğunluğunun bu kokuyu asit kokusu olarak belirtmekle beraber gaz kokusu olarak niteleyenlerinde olduğunu söyleyerek bizden olayın araştırılması için ekip talebinde bulundu.
Çağrı merkezi personeli olan arkadaşa olay yerinde belediyeden bir ekip olup olmadığını sordum. Bir zabıta ekibinin adresleri gezdiğini belirterek telefon numarasını verdi. Kanalizasyon veya doğalgaz hattında bakım veya kaçak ihtimaline karşı İSKİ, İGDAŞ ve İtfaiye ile görüşüp görüşmediklerini sordum. Bu kurumlarla görüşülmediği (nedense son zamanlardaki birçok olayda, ilk müdahale ekiplerini aramadan direk bizi aramaya başladılar.) bilgisini veren arkadaşa daha sonra olabilecek bu gibi durumlarda ilk önce bu kurumları aramasının daha doğru olacağını belirterek kokunun deniz tarafından esen rüzgâr nedeniyle rögarlardan gelmiş olabileceğini veya o çevrede bulunan bir işletmenin kanalizasyona bir madde karıştırmış olabileceğini (Tuzla'da görmüştük) belirttim. Belirtilen adres ve çevresinde herhangi bir işletmenin bulunmadığı cevabını verince bu şık elenmiş oldu.
Olay yerini gezen Zabıta Memuru arkadaş ile görüştüm. Kendisinin şu an olay yerinde olmadığını ama gezdiği zamanda kokunun genzi yakacak kadar yoğun olduğunu belirtti.
Hem İtfaiye Komuta ile hem de Kadıköy İtfaiyesi ile görüştüm. Kendilerine bu konu ile alakalı bölgeden hiç ihbar gelmediğini belirttiler.
İSKİ ve İGDAŞ ile görüştüm. Bölgede bakım çalışması yapılıp yapılmadığını, kendilerine herhangi bir ihbarın gelip gelmediğini sordum. Bölgede bakım çalışmalarının olmadığını ve kendilerine herhangi bir ihbar gelmediğini belirterek kontrol amaçlı ekip sevk edip araştıracaklarını ve bize dönüş yapacaklarını söylediler.
21:35 sularında İGDAŞ geri dönüş yaparak bölgeye bir ekibin gittiğini herhangi bir koku bulgusuna rastlanmadığı, adresteki 3-4 sokakta vatandaşlarla yapılan görüşmelerde, 2-3 saat kadar yoğun bir koku olduğu fakat sonra bu kokunun kaybolduğunu söylediklerini belirttiler.
21:50 sularında İSKİ geri dönüş yaparak bölgeye yönlendirdikleri ekiplerin herhangi bir kokuya rastlamadıklarını, kokunun ters esen rüzgâr nedeniyle kanalizasyondan gelmiş olabileceğini ve her ihtimale karşı İSKİ ekiplerinin verilen adreslerde kanalizasyonu tazyikli su ile temizleme çalışması yaptığını belirtti.
21:55 suları Kadıköy Belediyesi Çağrı Merkezi ihbarları kapatmak için bilgi almak amacıyla tekrar aradı. Kendisine yukarıdaki işlemleri özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım. Birkaç dakika sonra tekrar arayarak AKOM'la görüştüğünü ve AKOM'un yapılan işlemlerden haberi olmadığını belirttiğini söyleyerek benim bilgilere (sanki sahte bilgi veriyormuşuz gibi) nasıl ulaştığımı sordu. Kendisine AKOM'un ayrı bir kurum olduğunu, benim bilgileri, işlemleri yapan ekiplerin bizi olay yerinden cep telefonları ile aramaları ile hatta gerektiğinde whatsapp'tan resim ve görüntü göndermeleri ile aldığımı söyleyerek sorunun diğer kurumlar arası olduğunu belirterek görüşmeyi sonlandırdım.
15.05.2018 saat 21:00 suları...
Kadıköy Belediyesi çağrı merkezinden Afet Acil Durum Yönetimi Merkezimizi aradılar. Arayan arkadaş Fenerbahçe Mahallesi 18 Mart sokak ve çevresindeki 3 – 4 sokaktan, vatandaşların çağrı merkezlerini yoğun olarak aradıklarını, belirtilen mahalde yoğun bir koku olduğunu ve arayanların büyük çoğunluğunun bu kokuyu asit kokusu olarak belirtmekle beraber gaz kokusu olarak niteleyenlerinde olduğunu söyleyerek bizden olayın araştırılması için ekip talebinde bulundu.
Çağrı merkezi personeli olan arkadaşa olay yerinde belediyeden bir ekip olup olmadığını sordum. Bir zabıta ekibinin adresleri gezdiğini belirterek telefon numarasını verdi. Kanalizasyon veya doğalgaz hattında bakım veya kaçak ihtimaline karşı İSKİ, İGDAŞ ve İtfaiye ile görüşüp görüşmediklerini sordum. Bu kurumlarla görüşülmediği (nedense son zamanlardaki birçok olayda, ilk müdahale ekiplerini aramadan direk bizi aramaya başladılar.) bilgisini veren arkadaşa daha sonra olabilecek bu gibi durumlarda ilk önce bu kurumları aramasının daha doğru olacağını belirterek kokunun deniz tarafından esen rüzgâr nedeniyle rögarlardan gelmiş olabileceğini veya o çevrede bulunan bir işletmenin kanalizasyona bir madde karıştırmış olabileceğini (Tuzla'da görmüştük) belirttim. Belirtilen adres ve çevresinde herhangi bir işletmenin bulunmadığı cevabını verince bu şık elenmiş oldu.
Olay yerini gezen Zabıta Memuru arkadaş ile görüştüm. Kendisinin şu an olay yerinde olmadığını ama gezdiği zamanda kokunun genzi yakacak kadar yoğun olduğunu belirtti.
Hem İtfaiye Komuta ile hem de Kadıköy İtfaiyesi ile görüştüm. Kendilerine bu konu ile alakalı bölgeden hiç ihbar gelmediğini belirttiler.
İSKİ ve İGDAŞ ile görüştüm. Bölgede bakım çalışması yapılıp yapılmadığını, kendilerine herhangi bir ihbarın gelip gelmediğini sordum. Bölgede bakım çalışmalarının olmadığını ve kendilerine herhangi bir ihbar gelmediğini belirterek kontrol amaçlı ekip sevk edip araştıracaklarını ve bize dönüş yapacaklarını söylediler.
21:35 sularında İGDAŞ geri dönüş yaparak bölgeye bir ekibin gittiğini herhangi bir koku bulgusuna rastlanmadığı, adresteki 3-4 sokakta vatandaşlarla yapılan görüşmelerde, 2-3 saat kadar yoğun bir koku olduğu fakat sonra bu kokunun kaybolduğunu söylediklerini belirttiler.
21:50 sularında İSKİ geri dönüş yaparak bölgeye yönlendirdikleri ekiplerin herhangi bir kokuya rastlamadıklarını, kokunun ters esen rüzgâr nedeniyle kanalizasyondan gelmiş olabileceğini ve her ihtimale karşı İSKİ ekiplerinin verilen adreslerde kanalizasyonu tazyikli su ile temizleme çalışması yaptığını belirtti.
21:55 suları Kadıköy Belediyesi Çağrı Merkezi ihbarları kapatmak için bilgi almak amacıyla tekrar aradı. Kendisine yukarıdaki işlemleri özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım. Birkaç dakika sonra tekrar arayarak AKOM'la görüştüğünü ve AKOM'un yapılan işlemlerden haberi olmadığını belirttiğini söyleyerek benim bilgilere (sanki sahte bilgi veriyormuşuz gibi) nasıl ulaştığımı sordu. Kendisine AKOM'un ayrı bir kurum olduğunu, benim bilgileri, işlemleri yapan ekiplerin bizi olay yerinden cep telefonları ile aramaları ile hatta gerektiğinde whatsapp'tan resim ve görüntü göndermeleri ile aldığımı söyleyerek sorunun diğer kurumlar arası olduğunu belirterek görüşmeyi sonlandırdım.
25 Ağustos 2018 Cumartesi
1994 yılı
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
1990 yılından beri OYAK-RENAULT Bursa fabrikasına Otomotiv yan sanayii olarak hizmet veren bir firmada; preslerin kalıp işlerinde, Torna ve Freze işlerinde çalışmaktaydım. Ayrıca firmanın fabrikaya bildirdiği kalite kontrolcüsüydüm.
1994 yılına kadar firma hem personel olarak hem de makine ve teçhizat olarak gelişim göstermiş, ileriye dönük yeni yatırımlar planlamaktaydı. 93 yılı sonu 94 yılı başlarında piyasalarda bir durgunluk başladı. Gerçi firma sürekli sipariş alıyor ve üretime devam ediyordu ama çalışanlara önceleri mesai ücretleri daha sonraları ise maaşları geç yatmaya başladı. Mart ayı gibiydi ki o ay mesailerin sonra ödeneceği, maaşın ise yarısının verileceği söylendi. Nisan ayında (kriz kararları açıklanmıştı) sipariş alıp çalışmaya devam ederken maaşın 1 ay gecikmeli verileceğini öğrendik.
Firmada çalışan kişi sayısı hatırladığım kadarıyla 20 – 25 kişiydi. Yemek saatinde aramızda yaptığımız toplantıda herkes durumunu döktü ortaya. Ben ve 3 kişi; bekar olduğumuz için bizim için sorun teşkil etmez görüşündeyiz ama siz ne derseniz destekleriz dedik. Çoğunluk evli olduğundan ve zaten birkaç aydır eksik maaş alındığından (mesailerin verilmemesi, eksik verilen maaşlar) zor durumda olduklarını belirttiler. Ertesi sabah patronla görüşme kararı alarak işbaşı yaptık.
Sabah oldu. İş yerine geldiğimde kimsenin kıyafet değişmediğini gördüm. Topluca patronla görüşelim içeride kalan maaşlar verilmezse iş bırakalım dediler. Yeni işe girmiş bir kişi vardı, abiler beni mazur görün. Ben daha yeni girdim dedi. Sen geç iş başı yap dedik. Patronun yanına topluca girmeyelim, aramızdan birkaç kişi girsin durumu anlatsın verdiği cevaba göre çıkıp tepkimizi veririz dedim. Aralarında benim de olduğum dört çalışanı seçip patronla görüşmeye girdik. İçeride kalan paraları alamadığımız gibi o ay ki maaşlarında ödenemeyeceğini duyunca tüm arkadaşların paralar verilinceye kadar iş bırakacağını söyledim ve odadan çıktık. Arkamızdan yaptığımızın kanunen suç olduğunu söylese de dışarı çıkınca arkadaşlara durumu anlatınca herkes iş bırakıp evlere gitti. Giderken ustabaşına da tüm çalışanlar adına ne zaman paralar verilir o zaman geliriz dedim.
Aradan 2 veya 2,5 ay geçmiş ve firmadan ses çıkmamıştı. Gidip özel eşyalarımı alayım dedim. Firmanın bulunduğu yere yaklaştığımda makinelerin çalıştığını duydum. İçeri girdiğimde ise ben hariç; maaşlar ödenmezse iş bırakalım diyen herkesin işbaşı yaptığını gördüm. Onları ne suçladım ne de kendilerine laf ettim.
Bu olaydan çıkardığım ders, işin içine çıkar girince kimseye güvenilmeyeceğidir.
23 Ağustos 2018 Perşembe
23 Ağustos 2017
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
Memleket ziyareti için, dün yapmış olduğum otobüs yolculuğundan hafızama kazınacak iki anı...
Çaprazımda oturan anneli kızlı ( ki kızında 3-4 aylık olduğunu sandığım bir bebeği var ) yolcuların arasında geçen ve neredeyse otobüsün yarısının duyduğu bir konuşma.
Kız, annesine başının ağrıdığını söylüyor. Annesi de her yere uçakla gitmeye alışık olduğun için garibanlar arasında durmak seni rahatsız etmiştir cevabını veriyor.
Hemen arka koltuğumda oturan ve yaşıt sayılan iki kız arkadaşın, otobüsün televizyonundan Amerika'da izlenen tam güneş tutulması haberi üzerine yaptığı konuşma.
Kızlardan biri biz niye izleyemedik diyor. Diğeri gece tutuldu gece güneş mi olur diyor. Diğeri Amerika'da izlenmiş ama diyor, beri ki e orada gündüz diyor.
Dönüş yolundayım ve otobüsteyim. Yeni anılara doğru kontak açtık İstanbul'a doğru yol alıyoruz.
Memleket ziyareti için, dün yapmış olduğum otobüs yolculuğundan hafızama kazınacak iki anı...
Çaprazımda oturan anneli kızlı ( ki kızında 3-4 aylık olduğunu sandığım bir bebeği var ) yolcuların arasında geçen ve neredeyse otobüsün yarısının duyduğu bir konuşma.
Kız, annesine başının ağrıdığını söylüyor. Annesi de her yere uçakla gitmeye alışık olduğun için garibanlar arasında durmak seni rahatsız etmiştir cevabını veriyor.
Hemen arka koltuğumda oturan ve yaşıt sayılan iki kız arkadaşın, otobüsün televizyonundan Amerika'da izlenen tam güneş tutulması haberi üzerine yaptığı konuşma.
Kızlardan biri biz niye izleyemedik diyor. Diğeri gece tutuldu gece güneş mi olur diyor. Diğeri Amerika'da izlenmiş ama diyor, beri ki e orada gündüz diyor.
Dönüş yolundayım ve otobüsteyim. Yeni anılara doğru kontak açtık İstanbul'a doğru yol alıyoruz.
22 Ağustos 2018 Çarşamba
1992 yılının yazı. (Tarih tekerrürden ibarettir sözünün benim açımdan ispatı)
Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.
O yıl ortaokuldan mezun olmuşum. Liseye başlamadan önce, yaz tatilinde 3 ay boyunca ailemin isteğiyle Kadıköy’de tanıdık bir avukatın bürosunda çalıştım. Ailemin amacı, sessiz sakin ve fazla konuşmayan bir kişiliğim olduğundan lisede ezilmemem için açılmamı sağlamaktı. Gerçi fazla bir değişikliğim olduğunu da söyleyemem. Hala sessizim, fazla ve gereksiz konuşmayı sevmem. Konuştuğumda da lafı gediğine koymayı severim.
Her neyse biz o günlere dönelim. Büroda avukat, hukuk öğrenimine devam eden 2 stajyer avukat, 18-19 yaşlarında bir sekreter ve ben çalışıyoruz. Benim görevim daha çok getir götür işleri, noter tasdik işleri ve fotokopi. Dava dosyalarının fotokopilerini çekip dosyalamak, Adliyeye giden avukat beyin unuttuğu veya istediği bir evrakın aslını veya fotokopisini götürmek gibi…
O sabah, avukat bey ve stajyer avukatlar Kadıköy Adliyesine akşama kadar sürecek davaları için evraklarını alıp bürodan ayrıldılar. Öğle yemeği saati geldiğinde sekreter hanım (adını çok uğraşmama rağmen hatırlayamadım.) yemeğe önce ben gideyim, gelince de sen gidersin, ben gelene kadar da telefonlara sen bakarsın olur mu dedi. Olur deyip onu yemeğe gönderdim. Aradan 15 -20 dakika geçmişti ki; eski siyah beyaz Türk filmlerinden fırlamış tiplerden 5-6 tanesi büroyu bastı. Önce avukatı sordular, Adliye de dedim. Sonra bir dosyayı sorup onu bana ver diyen sinirli bir tiple muhatap oldum. Dosyanın arkamdaki dolapta en alt sürgülü kapak içinde ki klasörde olduğunu bildiğim halde (fotokopilerini ben çekip klasörlediğim için) dosyanın avukatın yanında olduğunu söyledim. Dava tarihi değil ki avukatta dosyanın ne işi var dediklerinde, dosya da tereddüt ettiği bir konu varmış, tecrübeli olarak gördüğü bir avukat arkadaşından görüş alacakmış o yüzden yanına aldı dedim. Ne zaman gelir dediler. Bugün gelmez akşama kadar davaları var, bitince adliyeden eve geçer dedim. Hatta büroyu ben kapatacağım deyip cebimdeki anahtarı gösterdim. Ararsa geldiğimizi söylersin deyip çekip gittiler.
Onlar gidince büronun yanında olan pazarlamacıların bürosundan iki bayan koşarak yanıma gelip, “Polisi arayacaktık ama bizim kapıda da iki kişi vardı, ceketlerinin altında silahlarını gördük korktuk” dediler. “Sen bu yaşında bu kadar sakin kalıp nasıl idare ettin diye sorup” sarılıp sarılıp öptüler. Bu sırada yemeğe giden sekreter geldi olayı ona da anlattık. Pazarlama bürosundaki bayanlardan biri adliyede olan avukat beye olayı anlatmaya gitti. Avukat bey geldi hem benden hem de yandaki bayanlardan olayı tekrar dinledi. “Yaşadığın kolay bir şey değil, korkmuşsundur bırakırsan anlarım” dedi. Okullar açılınca zaten bırakacağımı belirtip devam edeceğimi söyledim. Avukat bey bana “burada olan burada kalır, evde bugün olanları anlatıp aileni üzme” dedi ve beni eve erken gönderdi. Ertesi gün işe gittiğimde ise gelmeyeceğimi düşündüğünü söyledi ve ben okul açılana kadar çalışmaya devam ettim.
O zamanlar bilemezdim tabi. Yıllar sonra çalıştığım kurumda bir gece nöbeti esnasında kurumun hainlerce basılıp üzerimize onlarca namlunun doğrultulacağını, kafamıza silah dayanacağını. Tarih tekerrürden ibaret derlerdi de inanmazdım…
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)