O sene ortaokula giden çocuğumun İngilizce dersine destek olması için, hafta
sonları özel ders aldırıyordum.
Cumartesi günü ders için evden çıkıp Pendik’e gittik. Oğlum ders verecek
kişinin evine giderken bende kendisini kuşlu parkta (Tren istasyonunun hemen
altında) kitap okuyarak bekleyeceğimi söyleyerek çıkınca yanıma gel dedim.
Parka varıp boş bir banka oturup kitabımı okumaya başladım. 2 ya da 3
sayfa okumuştum ki yanıma 9 – 10 yaşlarında bir erkek çocuğu yaklaştı.
-Abi sana bir şey söyleyebilir
miyim? Dedi.
Okuduğum sayfayı kaybetmemek için kitap ayracını koyup kitabı kapatırken
“söyle bakalım” dedim.
-Abi sabahtan beri bir şey yemedim,
yanımda para da yok. Bana yiyecek bir şey alır mısın?
O bunları söylerken bende onu süzdüm. Temiz giyimli konuşması düzgün bir
çocuktu. Sesinde utangaç bir tını vardı ki benden başkası da duymasın diye
kısık sesle konuşmuştu. O yüzden sorgulamadan benimle gelmesini söyleyerek
hemen yakınımızdaki büfeye gittim.
-Ekmek arası döner söylüyorum
dedim.
-Çeyrek yeter abi dedi. (Yarım
aldım)
-Yanına içecek ne istiyorsun
dedim.
-İstemiyorum dedi. (Sen kola al
ben kasada ödüyorum dedim, hatta kolayı istediğinde çalışan arkadaş bana baktı,
ver ödüyorum dedim)
Büfeden çıkıp tekrar parkta oturduğum banka gelip kaldığım yerden
kitabımı okumaya devam ettim. Bu arada çocukta yakınımdaki bir bankta ekmeğini
yedikten sonra yanıma gelip teşekkür ederek gitti.
Çocuk gittikten bir müddet sonra yanıma sarıklı, sakallı ve cübbeli genç
biri gelip oturdu. “Mübarek” sen iyi birine benziyorsun dedi. Kaynarca’da bir
caminin çağ ocağında ve yatılı Kuran kursunda çalıştığını anlattı. İstediğim
zaman onu ziyarete gidebileceğimi, sohbet ve toplantılara katılabileceğimi
söyleyerek beni davet etti. Cevap vermeden kitap okumaya çalıştığımı belirterek
sohbeti kesmek istedim. O ise sohbeti devam ettirme niyetindeydi. Konuşmaya devam
edip kendince dini bilgiler verip çeşitli sorular soruyordu. Bir taraftan kitap
okurken diğer yandan rahatsız olduğumu da belli ederek sorularına geç cevap
veriyordum. Bir yandan da düşünmeye başlamıştım. Acaba kalkıp gitmeli miydim
yoksa bağırıp kovmalı mıydım? Anlattığı dini olaylar sonrasında sorduğu
sorulara verdiğim cevaplar hoşuna gitmiş olmalı ki; aslında benim kurtulmama
yarayacak soruyu sordu.
-Biz Mahmutusta’ya bağlıyız. Sen kime
bağlısın?
Aslında beklemediğim bir soru olmasına rağmen,
gelen bu ortaya voleyi çakıp topu doksana takarak bu sohbetten kurtulabileceğimi
anladım. Elimi omzuna koyup gözlerinin içine bakarak dedim ki:
-Arkadaşım ben aracı
kullanmıyorum, direk Allah'a bağlıyım.
Bu cevaptan sonra; göz bebekleri büyüdü, suratının şekli değişti ve “peki, iyi günler” diyerek yanımdan kalkıp
gitti. Tabi bende de kitap okuyacak hal kalmadığı için kitabı kapatıp çocuğun
gelmesini bekledim. Oğlum gelince de az dolaşıp yemek yedikten sonra eve döndük.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder