22 Ağustos 2018 Çarşamba

1992 yılının yazı. (Tarih tekerrürden ibarettir sözünün benim açımdan ispatı)

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.



   O yıl ortaokuldan mezun olmuşum. Liseye başlamadan önce, yaz tatilinde 3 ay boyunca ailemin isteğiyle Kadıköy’de tanıdık bir avukatın bürosunda çalıştım. Ailemin amacı, sessiz sakin ve fazla konuşmayan bir kişiliğim olduğundan lisede ezilmemem için açılmamı sağlamaktı. Gerçi fazla bir değişikliğim olduğunu da söyleyemem. Hala sessizim, fazla ve gereksiz konuşmayı sevmem. Konuştuğumda da lafı gediğine koymayı severim.  

   Her neyse biz o günlere dönelim. Büroda avukat, hukuk öğrenimine devam eden 2 stajyer avukat, 18-19 yaşlarında bir sekreter ve ben çalışıyoruz. Benim görevim daha çok getir götür işleri, noter tasdik işleri ve fotokopi. Dava dosyalarının fotokopilerini çekip dosyalamak, Adliyeye giden avukat beyin unuttuğu veya istediği bir evrakın aslını veya fotokopisini götürmek gibi… 

   O sabah, avukat bey ve stajyer avukatlar Kadıköy Adliyesine akşama kadar sürecek davaları için evraklarını alıp bürodan ayrıldılar. Öğle yemeği saati geldiğinde sekreter hanım (adını çok uğraşmama rağmen hatırlayamadım.) yemeğe önce ben gideyim, gelince de sen gidersin, ben gelene kadar da telefonlara sen bakarsın olur mu dedi. Olur deyip onu yemeğe gönderdim. Aradan 15 -20 dakika geçmişti ki; eski siyah beyaz Türk filmlerinden fırlamış tiplerden 5-6 tanesi büroyu bastı. Önce avukatı sordular, Adliye de dedim. Sonra bir dosyayı sorup onu bana ver diyen sinirli bir tiple muhatap oldum. Dosyanın arkamdaki dolapta en alt sürgülü kapak içinde ki klasörde olduğunu bildiğim halde (fotokopilerini ben çekip klasörlediğim için) dosyanın avukatın yanında olduğunu söyledim. Dava tarihi değil ki avukatta dosyanın ne işi var dediklerinde, dosya da tereddüt ettiği bir konu varmış, tecrübeli olarak gördüğü bir avukat arkadaşından görüş alacakmış o yüzden yanına aldı dedim. Ne zaman gelir dediler. Bugün gelmez akşama kadar davaları var, bitince adliyeden eve geçer dedim. Hatta büroyu ben kapatacağım deyip cebimdeki anahtarı gösterdim. Ararsa geldiğimizi söylersin deyip çekip gittiler. 

   Onlar gidince büronun yanında olan pazarlamacıların bürosundan iki bayan koşarak yanıma gelip, Polisi arayacaktık ama bizim kapıda da iki kişi vardı, ceketlerinin altında silahlarını gördük korktuk dediler. Sen bu yaşında bu kadar sakin kalıp nasıl idare ettin diye sorup sarılıp sarılıp öptüler. Bu sırada yemeğe giden sekreter geldi olayı ona da anlattık. Pazarlama bürosundaki bayanlardan biri adliyede olan avukat beye olayı anlatmaya gitti. Avukat bey geldi hem benden hem de yandaki bayanlardan olayı tekrar dinledi. Yaşadığın kolay bir şey değil, korkmuşsundur bırakırsan anlarım dedi.  Okullar açılınca zaten bırakacağımı belirtip devam edeceğimi söyledim. Avukat bey bana burada olan burada kalır, evde bugün olanları anlatıp aileni üzme dedi ve beni eve erken gönderdi. Ertesi gün işe gittiğimde ise gelmeyeceğimi düşündüğünü söyledi ve  ben okul açılana kadar çalışmaya devam ettim. 

   O zamanlar bilemezdim tabi. Yıllar sonra çalıştığım kurumda bir gece nöbeti esnasında kurumun hainlerce basılıp üzerimize onlarca namlunun doğrultulacağını, kafamıza silah dayanacağını. Tarih tekerrürden ibaret derlerdi de inanmazdım…  

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder