31 Ekim 2018 Çarşamba

24.11.2010 Maltepe sahilinde batan bir gemi sonrası…

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


  28 Kasım Pazar günü sabah nöbeti devralıp ertesi sabah devrettik. Nöbeti devralan arkadaş, yarım yamalak geçen nöbetimizde bir sorun olduğunu belirtti. Şaka yaptığını düşünüp üstünde durmadık ve eve gittik. Bir sonraki nöbetimizi devralmak için akşam 16:30 sularında işe geldiğimizde (1 Aralık Çarşamba) aynı konu açıldı. Arkadaşın anlattığına göre; bizim 25 Kasımdaki nöbetimizde Maltepe sahilde bir gemi batmış ve biz bunu sabah raporunda belirtmemişiz. O zamanki müdür beye valilik tarafından sorulmuş, sorun olmuş. Müdür bey gelmiş sinirli olduğu için karşısına kim gelse kızmış bağırmış vs. Arkadaşın “sizin yüzünüzden bir sürü insan azar işitti” demesi üzerine, nöbet arkadaşımla birlikte müdür beyin yanına gidip özür dilemeye karar verdik.

   O tarihteki nöbet yerimiz, şimdi valilik bilgi işlem olan yerdeydi ve yan taraftaki ana binamız yeni yapılmıştı (şimdiki Acil Durum Yönetim Merkezi). Kapıdan çıkıp o tarafa doğru gidiyorduk ki müdür beyi yeni binanın kapısında gördük. Yanına yaklaşıp kapının önünde konuşmaya başladık. Müdürüm geçen bir olay olmuş, biz kaçırmışız ve bizim yüzümüzden zor durumda kalmışsınız ve arkadaşlara kızmışsınız, özür dileriz diyerek olaydan dolayı üzüntü duyduğumuzu belirttik. Kendisi babacan bir tavırla bize sorun olmadığını işimize dönmemizi söyledi.

   Müdürün yanından ayrılıp nöbet yerimize giderken, arkadaşla olayı sorgulamaya başladık. Hadi telsizi duymadık (ki gemi batıyor sonuçta. Boğaz Trafiğin, Kıyı Emniyetin, Sahil Güvenliğin ve İtfaiyenin telsiz cayırtısından durulmazdı) hiçbir kurumdan tek telefonda mı gelmez ya. Bunda bir iş var dedik. Nöbet yerimize geldiğimizde gündüz personeli servislere binmek için çoktan gitmişti. Masama geçip internetten olayı araştırdım ve yaşadığım sinir ve şok yüzünden hayretler içinde arkadaşın yüzüne birkaç dakika tek kelime etmeden baka kaldım. Karşımdaki görüntüde geminin gündüz battığı belirtiliyordu.

   Sinirlenip şok yaşamamın sebebi; aslında geminin gündüz batması değil de bir gün önce gündüz batmasıydı. 24 Kasımda gündüz batan gemiyi 25 Kasım gece nöbetçilerine (o zamanlar nöbetlere üç günde bir geliyorduk 22-25-28… gibi) sizin nöbette batmış denmesi resmen şok geçirtti. Nöbet arkadaşım durumu görünce çok sinirlendi ve bir sonraki nöbette bunu sorarım dedi. Ben, daha çok kendime kızdım. Çünkü; nöbetimizde hadi biz duymadık ya da kaçırdık diyelim, ne telsiz anonsu gelmiş ne de telefon gelmiş. Üstelik her sabah kurumları arayıp olumsuz bir durum var mı diye soruyoruz ki o günde sorduk. Olumsuz bir olay yaşanmamış, raporumuzu o şekilde yazmışız. Sonra biri çıkmış sizin nöbetinizde olmuş dedi diye hiç araştırmadan üstlenmişiz. Gel de kızma. Neyse…

   Sonraki nöbette arkadaş, bize nöbetinizde gemi batmış diyen arkadaşla tartışmaya başladı. Biz nasıl üstlendik, gittik özür diledik. Sizde korkmayın, başkasının üstüne atmayın gibisinden konuştu. Karşılıklı atışmalar esnasında sesleri biraz fazla yükseldiğinden, tartışmayı dışarıda olan müdür bey duymuş. Camın önüne gelerek “ben size bir şey dedim mi oğlum, kimin ne olduğunu, ne yaptığını ben gayet iyi biliyorum. Olayı uzatıp, büyütüp benim sinirimi hoplatmayın. İstemediğim şeyler yaptırmayın bana” diyerek bizi uyardı.

   Bu olaydan sonra bir daha bu şekil bir sorun yaşanmadı.

21 Ekim 2018 Pazar

2012 senesi Nisan ayının bir Cumartesi günü

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.


   O sene ortaokula giden çocuğumun İngilizce dersine destek olması için, hafta sonları özel ders aldırıyordum.

   Cumartesi günü ders için evden çıkıp Pendik’e gittik. Oğlum ders verecek kişinin evine giderken bende kendisini kuşlu parkta (Tren istasyonunun hemen altında) kitap okuyarak bekleyeceğimi söyleyerek çıkınca yanıma gel dedim.

   Parka varıp boş bir banka oturup kitabımı okumaya başladım. 2 ya da 3 sayfa okumuştum ki yanıma 9 – 10 yaşlarında bir erkek çocuğu yaklaştı.

-Abi sana bir şey söyleyebilir miyim? Dedi.

   Okuduğum sayfayı kaybetmemek için kitap ayracını koyup kitabı kapatırken “söyle bakalım” dedim.

-Abi sabahtan beri bir şey yemedim, yanımda para da yok. Bana yiyecek bir şey alır mısın?

   O bunları söylerken bende onu süzdüm. Temiz giyimli konuşması düzgün bir çocuktu. Sesinde utangaç bir tını vardı ki benden başkası da duymasın diye kısık sesle konuşmuştu. O yüzden sorgulamadan benimle gelmesini söyleyerek hemen yakınımızdaki büfeye gittim.

-Ekmek arası döner söylüyorum dedim.

-Çeyrek yeter abi dedi. (Yarım aldım)

-Yanına içecek ne istiyorsun dedim.

-İstemiyorum dedi. (Sen kola al ben kasada ödüyorum dedim, hatta kolayı istediğinde çalışan arkadaş bana baktı, ver ödüyorum dedim)

   Büfeden çıkıp tekrar parkta oturduğum banka gelip kaldığım yerden kitabımı okumaya devam ettim. Bu arada çocukta yakınımdaki bir bankta ekmeğini yedikten sonra yanıma gelip teşekkür ederek gitti.

   Çocuk gittikten bir müddet sonra yanıma sarıklı, sakallı ve cübbeli genç biri gelip oturdu. “Mübarek” sen iyi birine benziyorsun dedi. Kaynarca’da bir caminin çağ ocağında ve yatılı Kuran kursunda çalıştığını anlattı. İstediğim zaman onu ziyarete gidebileceğimi, sohbet ve toplantılara katılabileceğimi söyleyerek beni davet etti. Cevap vermeden kitap okumaya çalıştığımı belirterek sohbeti kesmek istedim. O ise sohbeti devam ettirme niyetindeydi. Konuşmaya devam edip kendince dini bilgiler verip çeşitli sorular soruyordu. Bir taraftan kitap okurken diğer yandan rahatsız olduğumu da belli ederek sorularına geç cevap veriyordum. Bir yandan da düşünmeye başlamıştım. Acaba kalkıp gitmeli miydim yoksa bağırıp kovmalı mıydım? Anlattığı dini olaylar sonrasında sorduğu sorulara verdiğim cevaplar hoşuna gitmiş olmalı ki; aslında benim kurtulmama yarayacak soruyu sordu.

-Biz Mahmutusta’ya bağlıyız. Sen kime bağlısın?

 Aslında beklemediğim bir soru olmasına rağmen, gelen bu ortaya voleyi çakıp topu doksana takarak bu sohbetten kurtulabileceğimi anladım. Elimi omzuna koyup gözlerinin içine bakarak dedim ki:

-Arkadaşım ben aracı kullanmıyorum, direk Allah'a bağlıyım.

 Bu cevaptan sonra; göz bebekleri büyüdü, suratının şekli değişti ve peki, iyi günler diyerek yanımdan kalkıp gitti. Tabi bende de kitap okuyacak hal kalmadığı için kitabı kapatıp çocuğun gelmesini bekledim. Oğlum gelince de az dolaşıp yemek yedikten sonra eve döndük.

14 Ekim 2018 Pazar

26 Aralık 2017 (Tuzla’da ki koku olayı)

Bu yazı Melih KASAP tarafından yazılmıştır. Kaynak gösterilerek kullanılabilir.



   26 Aralık günü akşam saatlerine doğru Acil Durum Yönetim Merkezimize düşen Tuzla ilçesi İstasyon mahallesinde yoğun olmak üzere Yayla, Evliya Çelebi ve Postane Mahallelerinde bir koku ihbarı sonrasında, olay yerine AFAD ekipleri yönlendirilerek ve gerekli görüşmeler yapılarak ilgili kurumlar arası koordinasyon sağlanmıştır.

   Benim anlatmak istediğim anım; tüm bu görüşmeler arasında olay yerinden bizi arayan ve çocuğunun astım rahatsızlığı nedeniyle kokudan çok etkilendiğini söyleyen bir vatandaşımızla yaptığımız görüşme sonrası yaşananlarla ilgili.

   O gün mesai saati sonrası nöbet tutan ekipte iki kişiydik. Koku ihbarı gelmesiyle birlikte yoğun bir telefon trafiği yaşıyorduk ve vatandaşımız bizi aradığında telefonunu diğer arkadaşım cevapladı. Vatandaşımız çocuğunun rahatsızlığını anlatıp koku olayından çok etkilendiğini belirtmesi üzerine arkadaşım, sağlık konusunda uzman olmadığını belirttikten sonra başka bir ilçede tanıdıkları veya akrabaları olup olmadığını sordu. Olumlu cevap alması üzerine, çocuğunuzun durumunu en iyi siz bilirsiniz, madem ki kokudan o kadar çok etkileniyor “ben olsaydım” en azından koku geçene kadar onların yanına giderdim cevabını verip görüşmeyi sonlandırdı. Buraya kadar her şey normal, hepimizin çocuğu var sonuçta.

   Yaklaşık yarım saat sonra (hala yoğun bir telefon trafiği arasında) çalan bir telefonu cevapladım. Arayan arkadaş polis memuru olduğunu, ekiplerde görevli olduğunu ve koku olayıyla ilgili olarak olay yerinde olduğunu söyledikten sonra bir site önünde gördüklerini bize anlattı. Söylediğine göre bazı vatandaşların ilçeyi boşaltmamız gerekiyormuş dediklerini, bunu nereden duydunuz dediğinde ise bir kişinin İstanbul AFAD’ı aradığını oradan böyle dediklerini söylediklerini belirterek doğru olup olmadığını sordu. Kendisine iki kişi olduğumuzu ve ikimizin de böyle bir bilgi paylaşmadığımızı, üstelik bu tip bir bilgi paylaşımının da bizim yetkimizde olmadığını belirterek oradaki yanlış bilginin, bilgi kirliliğinden kaynaklandığını sandığımı söyledim. Vatandaşlara gerekli bilgilendirmeyi yaparak resmi makamların açıklamalarını dikkate almalarını söyleyin diyerek görüşmeyi sonlandırdım.

   Aradan 15-20 dakika geçmişti ki Tuzla İlçe Emniyet Müdürlüğünden bir polis arkadaş arayarak ortalıkta Tuzla’nın boşaltılması gibi bir bilgi dolaşıyor ama ben hiçbir resmi açıklama bulamadım, bu işin aslı astarı nedir diye sordu. Kendisine bunun bir söylenti olduğunu bu yönde hiçbir resmi açıklama olmadığını söyleyerek ve az önce bir ekiple yapmış olduğum konuşmayı da özetleyerek görüşmeyi sonlandırdım.

   Koku olayı sonlanıp görüşme trafiği azaldığında konu üstünde düşününce; söylentinin yayılmasının iki ihtimali olduğunu, ya bizimle görüşen vatandaşın, etrafına durumu bildirdiğinde yanlış anlaşılarak paniklediklerini ya da durumdan istifade etmek isteyen kötü niyetli kişilerin bu çeşit bir söylenti çıkardıklarını varsaydım (99 Marmara depreminden sonraki günlerde, deprem olacak söylentisi çıkartılarak bazı bölgelerde hırsızlık yapıldığına dair haberleri hatırladım).

   Yetkililerin zamanında bilgilendirme yapmasının önemini bir kez daha vurgulayan bu olayı da notlarımın arasına aldım.